Maria Helena Vieira da Silva, "Biblioteca", 1949
akşama davetim var hazırlanmam lazım...
eve çeki düzen vermem, süsleyip püslemem lazım...
arşiv analizi yapıp Febvre'yi yarılayıp, osmanlıca en az on satır çözümleyip, tasavvuf kitabından bir bölüm daha bitirip, zaman çizelgeme eklemeler yapmam lazım...
LAZIM...
Ama gözlerim takılıyor. Bir noktaya. Oturmak istiyorum ve doğru yere oturursam akşama kadar gözlerim tek noktada düşünebilirim. Ara ara çay yudumlayarak. Mesela yeni ve hızla bitirdiğim Masumiyet Müzesini evirir çeviririm kafamda. Yeni yeni öğrendiğim ve Osmanlı İmparatorluğu'nu anlamak için şart oduğunu düşündüğüm sufi öğretisinin hayatımdaki izdüşümlerine bakarım, kendi inanç sistemimle karşılaştırırım, ekler, çıkartırım. Her tip mistik düşünce yapısında hatırlamaya ve zikr yada mantraya ne kadar önem verildiğine bir daha şaşarım. Bunların müsebibi Eflatun işte diye düşünürüm. Bu halimle kendimi özellikle Avrupalı hanımların anılarındaki oryantalist prototipe benzetirim: hiçbirşey yapmadan, çubuğunu tüttürerek sürekli divanında uzanan Osmanlı. Sonra aşka geçer, Kemal'in neden Füsun'a bu kadar aşık olduğunu merak ederim, anlayamayışımı romantik olmayışıma bağlarım, bin türlü şeyi bağlayıp durduğum gibi...Severim ben bilgilerimi biribirlerine bağlamayı, onlarla oynamayı, şu dosyadan çıkartıp bu dosyaya koymayı, aralarına köprüler kurmayı..Hele apayrı gözüken iki bilgiyi pembe kurdelayla fiyonkladım mı, işte o zaman değme keyfime... connections yani beynimin çikolatalari...
Yok kendimi allame-i cihan falan sanmıyorum elbet. Ama öyle bir gün. Beynim çam ağacı ,düşüncelerim/bilgilerim/yeni edinimlerim rengarenk, şekil şekil süsler...oynayasım/ oynaşasım var...
Ammmmmmmma çek gözlerini o noktadan, yer çekimine karşı gel adeta ve harekete geç mon ami....yapacak dağ kadar şey var. O dağ da Hira dağı değil most obviously...
akşama davetim var hazırlanmam lazım...
eve çeki düzen vermem, süsleyip püslemem lazım...
arşiv analizi yapıp Febvre'yi yarılayıp, osmanlıca en az on satır çözümleyip, tasavvuf kitabından bir bölüm daha bitirip, zaman çizelgeme eklemeler yapmam lazım...
LAZIM...
Ama gözlerim takılıyor. Bir noktaya. Oturmak istiyorum ve doğru yere oturursam akşama kadar gözlerim tek noktada düşünebilirim. Ara ara çay yudumlayarak. Mesela yeni ve hızla bitirdiğim Masumiyet Müzesini evirir çeviririm kafamda. Yeni yeni öğrendiğim ve Osmanlı İmparatorluğu'nu anlamak için şart oduğunu düşündüğüm sufi öğretisinin hayatımdaki izdüşümlerine bakarım, kendi inanç sistemimle karşılaştırırım, ekler, çıkartırım. Her tip mistik düşünce yapısında hatırlamaya ve zikr yada mantraya ne kadar önem verildiğine bir daha şaşarım. Bunların müsebibi Eflatun işte diye düşünürüm. Bu halimle kendimi özellikle Avrupalı hanımların anılarındaki oryantalist prototipe benzetirim: hiçbirşey yapmadan, çubuğunu tüttürerek sürekli divanında uzanan Osmanlı. Sonra aşka geçer, Kemal'in neden Füsun'a bu kadar aşık olduğunu merak ederim, anlayamayışımı romantik olmayışıma bağlarım, bin türlü şeyi bağlayıp durduğum gibi...Severim ben bilgilerimi biribirlerine bağlamayı, onlarla oynamayı, şu dosyadan çıkartıp bu dosyaya koymayı, aralarına köprüler kurmayı..Hele apayrı gözüken iki bilgiyi pembe kurdelayla fiyonkladım mı, işte o zaman değme keyfime... connections yani beynimin çikolatalari...
Yok kendimi allame-i cihan falan sanmıyorum elbet. Ama öyle bir gün. Beynim çam ağacı ,düşüncelerim/bilgilerim/yeni edinimlerim rengarenk, şekil şekil süsler...oynayasım/ oynaşasım var...
Ammmmmmmma çek gözlerini o noktadan, yer çekimine karşı gel adeta ve harekete geç mon ami....yapacak dağ kadar şey var. O dağ da Hira dağı değil most obviously...