Saturday, 28 February 2009

MIYAV

Maria Helena Vieira da Silva, "Biblioteca", 1949


akşama davetim var hazırlanmam lazım...
eve çeki düzen vermem, süsleyip püslemem lazım...
arşiv analizi yapıp Febvre'yi yarılayıp, osmanlıca en az on satır çözümleyip, tasavvuf kitabından bir bölüm daha bitirip, zaman çizelgeme eklemeler yapmam lazım...
LAZIM...
Ama gözlerim takılıyor. Bir noktaya. Oturmak istiyorum ve doğru yere oturursam akşama kadar gözlerim tek noktada düşünebilirim. Ara ara çay yudumlayarak. Mesela yeni ve hızla bitirdiğim Masumiyet Müzesini evirir çeviririm kafamda. Yeni yeni öğrendiğim ve Osmanlı İmparatorluğu'nu anlamak için şart oduğunu düşündüğüm sufi öğretisinin hayatımdaki izdüşümlerine bakarım, kendi inanç sistemimle karşılaştırırım, ekler, çıkartırım. Her tip mistik düşünce yapısında hatırlamaya ve zikr yada mantraya ne kadar önem verildiğine bir daha şaşarım. Bunların müsebibi Eflatun işte diye düşünürüm. Bu halimle kendimi özellikle Avrupalı hanımların anılarındaki oryantalist prototipe benzetirim: hiçbirşey yapmadan, çubuğunu tüttürerek sürekli divanında uzanan Osmanlı. Sonra aşka geçer, Kemal'in neden Füsun'a bu kadar aşık olduğunu merak ederim, anlayamayışımı romantik olmayışıma bağlarım, bin türlü şeyi bağlayıp durduğum gibi...Severim ben bilgilerimi biribirlerine bağlamayı, onlarla oynamayı, şu dosyadan çıkartıp bu dosyaya koymayı, aralarına köprüler kurmayı..Hele apayrı gözüken iki bilgiyi pembe kurdelayla fiyonkladım mı, işte o zaman değme keyfime... connections yani beynimin çikolatalari...

Yok kendimi allame-i cihan falan sanmıyorum elbet. Ama öyle bir gün. Beynim çam ağacı ,düşüncelerim/bilgilerim/yeni edinimlerim rengarenk, şekil şekil süsler...oynayasım/ oynaşasım var...

Ammmmmmmma çek gözlerini o noktadan, yer çekimine karşı gel adeta ve harekete geç mon ami....yapacak dağ kadar şey var. O dağ da Hira dağı değil most obviously...

Thursday, 26 February 2009

ISTANBUL IN THE DAYLIGHT

Sevimsiz bir gündü dün. Havanın ta kendisi gibi kara bulutlu. Önce bir arkadaşımın anneannesinin cenazesi, sonra THY uçağının haberi, en son da otobüste şahit olduğum insanlık dramı...Allahtan araya serpiştirilmiş küçük nefesler de vardı , biraz olsun gevşeyebildim.

Bir kere üniverste'ye gitmiş olmak, o harika manzara, tertemiz hava, ayaküstü yapılan illaki zekice esprilerle bezenmiş ilim irfan sohbetleri, kafası dolu insanlar, ehli keyif hocalar ve dünya tatlısı gençler...beni rahatlattı...
Sonra eve gelip, kızımın boynuna burnumu gömmek ve öylece kalmak....
Sonra akşam lezziz ev mantısını şen şakrak, keyifli, ufku geniiiiiş bir arkadaşımın da eşliğinde kalabalık bir masada yemek...ve tabii sonra yeni favorim zencefilli/tarçınlı/ballı süt eşliğide uzuuuuuun, rengarenk sohbet...
Bunlar olmasa gün çekilmezdi...
Çünkü:
Universteden otobüse bindim. İnsanın içine işleyen soğukta vasıta ve yer bulabidiğime şükrederek oturdum ve kitabımı açtım. Birden bir ses yükseldi, çocuklar kendi aralarında şakalaşıyor sandım. Hayır, genç, iriyarı bir çocukadam katılarak ağlıyordu, bir yandan da özetle şunları söylüyordu... daha doğrusu hıçkırıklarının arasından söylemeye çalışıyordu. Evde bebeği açmış, eğer bugün de küçük tüp, bebek bezi ve bebek bisküvisi almazsa karısı onu boşayacakmış. Ara ara inanamazsanız lütfen hepbirlikte evime gidelim, bebeğmi görün, halimizi görün diyor. Ara ara ayagınızın altı öpülücekse öpücem, yalanacaksa yalayacağım diyor. Otobüs ahalisi donmuş durumda. Sonunda yaşlı bir kadın evladım kendini topla dedi, biri yer verdi ama adam arkada ağlamaya ve yalvarmaya devam ediyor. Öyle bir eşiği atlamış ki , katman katman savunma mekanizmalarını, ego duvarlarını öyle bir dağıtmış ki, toparlanması çok zor artık. İngilizcesi 'he lost it' ...
Elimde olamadan gözlemliyorum otobüsteki diğer insanları... Bir grup inanmıyor, yüzlerinden belli. Bir grup inanıyor ama yardım edecek imkanı yok, çaresizce önüne bakıyor ya da fakirliğin tecrubesiyle yol yordam göstermeye çalışıyor: kaymakamlığa git evladım oradan yemek verirler çocuğuna diyor. İçimiz biraz daha sıkışarak öğreniyoruz ki kaymakamlık sadece kömür vermiş ve göndermiş adamı...Bir grup inanıyor ama nerdeyse bir protestan ahlağıyla, insan ne ekerse onu biçer diye düşünüp, ben de zor durumdayım, bana ne ödesin hatalarının bedelini şeklinde yüz buruşturuyor...Bir grupsa bu adam deli diye düşünüyor, hatta çekiniyor
Bense ortaya karışık... hepsi bırer ihtimal olarak aklımda beliriyor. Ama baskın düşünce şu, bu çocuk ya uyuşturucu müptelası yada hakikaten bebeği aç. Bebeğin açsa herşeyi yaparsın çünkü. Ego, saygınlık, karizma herşey buharlaşır gider. Başka çaren kalmamışsa, otobüste de ağlarsın, ya...neler neler yapmazsın...
Bir parça para uzatıyor azınlık bir yolcu ve ben de...Parayı alırken o kadar utanıyor ki kendimi bölük pörçük herkese olabilir derken buluyorum...her ne demekse
Kazık mı yedik....aptal olma riskini herzaman insaniyetsiz olma riskine tercih etmişimdir. İnşallah çocukadam bir Oscar performansıyla numara yapmıştır da ben kazık yemişimdir. Çünkü diğer ihtimaller aç bir bebek yada uyuşturucu için kıvranan, bir yerlerede yolunu çok fena kaybetmiş genç bir insan...
Yolun yarısında indi, omuzlarının hareketinden anladım, deriiiiiin bir nefes aldı. Geçirdiği sinir krizi onu uyuşturmuş olmalı... Yavaşça yürüdü ve üst yolun parmaklıkarına dayandı, alt yoldan geçen arabalara bakamaya başladı, atlamayı düşündü mü...Bilmem, otobüsün hareketiyle hayatımızdan çıktı...

Sunday, 22 February 2009

ISTANBUL BY NIGHT


Dun aksam bunca ev saksiliginin acisini gecelere akarak cikarttim:))) W Hotel'de bar ve aksam yemegi keyfi??? Kuzen bana parlatmisti, muh-te-seeeeeem bir mekan diye...
Neyse taktim, takistirdim, saclar, havalar, tek omuz elbise ve ben bir parfum bulutu icersinde yuzerek vardik dest-i nasyona (kih kih)...
Sevgili arkadasim barda yer bulamamis, oradaki kucuk cumbamsi divan koltuk arasi seylerden birine ilismis. Ben de ilistim ve fakat sirt dayaymiyorsun, sirt dayamak icin illa ki harem kadinlari gibi uzanmak sart. Eh biz de saglam keyif p. iyiz ya, ickiler gelince oyle iskemlede yarim popo dikilir gibi rahatsiz oturmaktansa uzaniverdik, ay ama o da rahat degil. Boyle los bir ortam ama fazla kara, bir de tam barin onu yol gecen hani gibi, surekli restorana cikanlar, ineneler filan, bir garip...
Neyse bir sure bar sohbetinden sonra yukari restoran'a ciktik. Hemen yemekler ismarlandi, makul surede de geldi. Antre'ler gayet lezzizdi. Ama ne yazik ki ana yemekler son derece siradandi. Hatta ben benimkini yiyemedim. Arkadasiminkiyse ayni wagamama kare lomen tadindaydi, tabii ki on misli bir fiyat esliginde...
Dekorasyon da bana gore oldukca iticiydi. Ya kirmizi tugla duvarla, bordo kadife cicek deseni kabartmali duvar kagidi gider mi??? mumkun mu??? Yemek boyunca bu tip birbirine yedirilememis, kopuk kopuk duran ayrintilar gozume atladi durdu.
Musterilerin cogu ama hakkaten ezici cogulugu ergen genclerdi, babalari gayet iyi harclik veriyor olmali...Onun disinda da gene garip ve kopuk kopuk insan gruplari vardi.
Fiyat da ne yemege, ne ambiansa, ne de hicbirseye degmeyecek bir kivamdaydi.
Yani fuzyonsa kimse Changa'nin eline su dokemez, fiyatlar da uc asagi bes yukari ayni
Eh! Neyse ki biz cok konustuk, bol gulduk, pek eglendik...
En son asagidaki korkunc yastikli kralice koltuguna attik kendimizi. Girenleri seyredip eglenitoruz, kapida kimse olmadigi icin insanlar bize birseyler sorup duruyor. Derken bir kizcagiz girdi, insan o kilikla agustos ayinda donar. Ama komik olan ayakkabisi. Onu -arkasi bantli ama bu kritik durumda dahi ayakkabi buyuk. Yani kizin topuguyla aykkabinin arka bandi arasinda iki parmak bosluk var, oyle de yuruyor helal olsun. Akabinde arkasindan bir erkek ayakkabisi girdi, ayakkabinin burnu pinokyo'nun burnu gibi, uzayip, gidiyor, gozler yatay duzlemden dıkeye gecemıyor bır turlu...Arkadasim bu otekinin devami mi dedi.. orada kopmusuz...
Evet, mujde, gecelerin gizli gozu olarak acimasiz mekan/ insan analizlerim devam edecek...
Eve dondum, rahat pijamalarimi, kalin coraplarimi giyip 'tarihin arka odasini' seyre daldim... ki o da bir alem. Bardakci , guzel ama bilgisi kit ve konusamayan ve ikide birde susturduklari Batu ve cok bilen ama karizmasiz ve ikide bir ayar verdigi Erhan Afyoncu arasinda sen sakrak -hakkaten arada ud caliyor ve sarkiyi soyleyen kizcagiza da ayar veriyor- ki bu insanlar da niye bunca ayara/ azara katlaniyorlar o da ayri bir sorunsal- govde gosterisi yapiyor. Ama hakkaten Bardakci da, Afyoncu da son derece bilgili, belli ki bayagi arsiv tozu yutmuslar onlari dinlemek cok keyifli. Cok gec ama tavsiye edilir...ozellikle ohhh rahat pijama, bol corap ve cay esliginde...

Tuesday, 17 February 2009

SUMUKLUBOCUK


Breh, breh, breh...Hala mi iyilesmez insan???
Gerci ates dustu, burun silme frekansi da yirmi saniyede birden, iki saatte bire dustu.

Ama su an pacavra gibiyim hakkaten. Kendimi burusturup burusturup attigim mendiller gibi hissediyorum.

Soz veriyorum kendime, artik hava durumuna gore giyinip disari cikicam. Kizima bu konuda dirdirladigim herseyi kendime de virvirlayacagim...aman sende bana birsey olmaz, bkz: son on senedir tas gibiyim, atesim bile cikmadi argumani da artik caresiz rafa kaldirilicak.

Aslinda hersey yoga'nin sucu. Abarttim ben, yok yoga yapaliberi artik usumuyorum, yok cok daha rahat regl oluyorum, aman ne kadar sakinim derken ubermensch filan zannettim kendimi herhalde. Ve fakat nirvana'nin yollari tastan...anlasilan

Butun bunlarin yanisira evde garip seyler donuyor. Kizimin iki adet, yeni gelmis ve evden hic cikmamis nota kitabi kayip. Odasini , kitaplarini ve aslinda evin butununu yeni tanzim ettigim icin biliyorum: yoklar. Hayatin gunluk akisindaki aciklanamaz ve fakat cok onemsiz olduklari icin de muhimsenmeyen olaylar sisilesine bir yenisi daha eklendi boylece? Calindi desem, hem demem, hem kim ne yapsin nota kitabini??? Bilmiyorum, nerden baksan esrarengiz:)))

Friday, 13 February 2009

BEN SANA DEMISTIM....







Offff...Iki gundur evdeyim. Sonunda etrafta bolca dolasan serseri viruslerden biri bana catti. Ancak viruslerin de gunahini almayayim, kac gundur havaya bahar gelmis muamelesi yapip, o sekilde disari firlayip, birkac kere donma tehlikesi atlatmis olmamin da alakasi olabilir hastaligimla. Gecelim.

Thursday, 12 February 2009

KOPUK DIYARI VE COK SINSI BIR ANNE

Benim bayilarak aldigim minimalist dusumu sevmiyor. Tercihi anneannesinin kocaman banyosu. Bugun kapagi oraya atti. Anneannesi de mutlu, memnun kopuk sisesinin yarisini dokmus suya. Goruntunun guzelligi uzerine ben de cagrildim yan daireden feryat figan.
Baktim kopukten kendine bir firavun sakali yapmis, basinda bonesiyle kopuklerden yukselen Venus pozu almis gulumsuyor.Kendimi tuttum, banyodan acele cikartip yemedim onu . Anneannesi debir yandan meyva suyu ve tost gonderiyor benim tirsi kizimin agzindan iceri firsat bu firsat ...Ben yanimda kediyle gelmisim biraz mekan degistirsin, hava alsin hayvancagiz diye. Yan odada da babamin papagani gene kafesini acmis, disarlarda. O sirada "kapiyi acma kedi kacmasin, aman papagan" bagirtilari arasinda Emsal giriyor banyodan iceri, neymis bakkal defteri yazilacakmis. Bir o eksik.
Bu kargasada kasinti tutu totoyu...sanirim anneannesinin abarttigi kopuk miktarindan. Apar topar cikardik firavunesse'i kopuk diyarindan...
Gecenlerde yapmis oldugum balik corbasinin meyvelerini topluyorum. Aksama balik corbasi yapiyorum istermisin dedim ve nefesimi tutuup bekledim. Cevap cok net bir booooooggggkkk oldu. Haaa o zaman balik mi yapsam acaba dedim. Evet, evet balik, anne ne olur balik istiyorum dedi. Balik hakkinda ilk defa boyle sevgi dolu bir cumle kuruyor, gozlerim doldu. Nihhaaahoooooohaaa ... Bu balik sorunu da boylece cozuldu...

Tuesday, 10 February 2009

SHAKESPEARE, SONNET 116


...love is not love which alters when it alteration finds
or bends with the remover to remove
oh! no it is an ever fixed mark
that looks on tempests and is never shaken...
Dedesi simdi anlatiyor kahkaha sultan'a, benim kalbimde bir oda var kirmizi kadifeyle kapli duvarlari, yumusacik kadife divanli, puf yastikli, kalbimin en guzel odasi, iste orasi sana ait diye. Buyrun bakalim, eskiden bana anlatilirdi bunlar, daha gencini, guzelini bulunca guvenilmez bu erkek milletine:)))
Siiri cevireyim dedim ama kotu oldu, artik idare ediniz luften:))
...degisimle degisen gercek ask degildir
yada bukulup koparanin elinde kalan
ah hayir...o asla cikmayacak bir damgadir
siddetli firtinalari seyreder ve asla sarsilmaz

Monday, 9 February 2009

PAST IS A FOREIGN COUNTRY




Babamı düşününce bazen aklıma Boticelli'nin Primavera tablosu geliyor. Nasıl o tablodaki Chloris'in agzından cicekler dökülür, babamın da nereye gitse ellerinden etrafa hayat ve yeşil yayılır. Hemen dev-minik, çesit çesit bitkiler, mis kokulu cicekeler,balli meyvalar, gölgeli palmiyeler, binlerce küçük kaktüs, zümrüt sarmasiklar, zarif havuzlar, serin fıskiyeler , yosunlu balüstratlar ve bunlarla hayat bulan cıvıltılı kuşlar, rengarenk böcekler , çinli kirpiler, ve illa ki ve harzaman bahçenin ruhu köpekler (onlardan kaçan ve ne yazık ki bazen kaçamayan kediler) sarar etrafımızı. Babamın florası icinde aslında uyuyan güzeldeki gibi ormandan bir zırh oluşur hayatla aramızda ve biz hep biraz da büyülü, ferah ve pırıltılı bir masal dünyası/ bol ağustos böcekli bir yaz gecesi rüyası icinde yaşarız.
En sert ve ısırgan hayvanlar babamın yanında kuzuya doner. Eminim bir gün Nil nehrinde yolunu kaybetmis bir timsah bizim evin önüne parketse kısa zamanda babama karnını kaşıtıcak kıvama gelir. O da bir cicikodur.
Bir de şaman elleri vardır, her türlü ağrıyı kesen. Ben hamileyken dogum sancılarımda sıcak ve kocaman eli beni iyi etmis, huzur vermisti, daha guclu girebilmistim doguma sayesinde.
Ama babami bundan ibaret sananlar fena halde yanılırlar. Cunku ayni cok sevdigi ve cogalttigi doga gibi onun icinde de birdenbire ortaya cikan sarp kayaliklar, hirpalayan firtinalar, sarsici acimasizliklar vardir. Cok buyuk sertlikler ve cok buyuk toleranslar babamin karakterinde birbiriyle catismadan , rahatca yanyana otururlar. Katman katman gorkemlerin ve gorgulerin, cetin duvarlar, mana verilemeyecek acimasizliklar ve yakici bir baba-ogul iliskisiyle carpistigi, kendi deyimiyle midesini patlatacak kadar zor gecen bir gencligin/mucadelelerin sonuclari olsa gerek.
Kilit isim dedem. Gectim babami, benim bile hic tanimama ragmen garip bir hayranlik/ nefret iliskisiyle bagli oldugum ve deli gibi merak ettigim adam. Kucuk babama cektirmis oldugu acilarin burnumun diregini sizlattigi, icimi yaktigi, babam onu hic yargilamadan anlattikca hala gozlerimin dolmasinin musebibi adam...
Neden bunlari yaziyorum. Cunku dun babam bana guzel guzel Bogazi anlatti. Yillar oncesinin Bogazi. Aslinda dedemin arkadasi olan Suleyman Dirvana'yi anlatiyordu. Herseyiyle kendi yaptigi, cerrah elleriyle diregini bile mukemmelen kendi oydugu yelkenlisiyle sanki motoru varmiscasina o cetrefil akintilarla nasil basa ciktigini ve tabii Bogaz'dan pek eksik olmayan gonul maceralarini tatli tatli anlatiyordu. O anlattikca benim kafamda tavanarasina kaldirilmis cocuklugumun Bogazinin resimleri, kokulari, tatlari, insanlari ve nedense Bogaz'in cesit cesit akintilari birer birer kipirdandi, esnedi ve canlandilar, babamin hikayesine eslik ederek keyifli bir gecit toreni yaptilar.
Sonra Dirvana'dan babasina gecti babam. En son cok aci geldi. Babamin babasinin basinda bekledigi. Dedemin cigerine bagli balonun gittikca daha az sismesi ve cocuk babamin tek basina kimbilir ne kadar korkmasi ama gene de orada kipirdayamadan oturmasi. En buyuk ideali icinde rengarenk, sekil sekil, isik vurdukca kimi eflatun, kimi nar kirmizisi, kimi yildizli gece gibi parlayan parfum siseleriyle bezenmis bir dukkani olmasi olan bir cocuk...icinde cogunu babasinin yaratmis oldugu ıncelıkler ve cam kiriklariyla uslu uslu oturup babasinin olumunu bekleyen babam cocuk.
O sirada her acidan kaba bir insan olan metresin asagida son esyalari da kapip goturmek uzere denkliyor olmasi. O sirada bir zamanlar buyuk bir ask sonucu Heidelberg'den gelmis ve savasta butun ailesini kaybetmis, vatandasliktan atilmis babaannemin uzakta ve kimbilir kalbi ne kadar kirik ama herzamanki gibi sessiz, sedasiz, disiplinli bekleyisi...
Bir de ustune babam bizim artik restoran olan evimize gitmis bir gurmenin yorumu okudu: kimbilir bu evde kimler neler neler yasadi gibi birseyle bitiyordu. Evet, bir kismina benim de yetistigim cok sey, dolu dolu sey yasandi o evde ve etrafinda...bugunun dunyasindan fersah fersah uzakta.
Iste diyorum cok geldi, bu yasimda kucuk kizlar gibi kapandim agladim banyoda, burnumda eski evimizde bana ismimi veren sarmasik Yaseminlerinin kokusuyla...

Saturday, 7 February 2009

VAN MINUT!!!


Krushev 1960'da bir Birlesmis Milletler toplantisinda Filipinli delege Sumulong'u once elinin bir hareketiyle ama nasilsa degmeden kursuden itiveriyor. Sonra da adamcagiz konusurken protesto etmek amaciyla masasini yumrukluyor ve fakat hizini alamamis olacak ki ayakkabisini cikartip masaya onunla vurmaya devam ediyor. Bu olay da politik/diplomatik tarihe shoe-banging incident olarak geciyor.

Bilmiyorum, image maker'lari, remmalleri ne der ama basbakanimiz birdahaki sene de Davos'a giderse ben kendisine boyle bir stil oneriyorum. Hem diplomatik literaturde yeri var, hem de bu ayakkabi isi zaten Bush'a firlatilan terlikten sonra oldukca in. Pek stratejik olur....pek.

Friday, 6 February 2009

FIRTINAYA ILAN-I ASK



Buyukadadayim. Nisf-ul-leyl. Disardaki hircin ugultu tanidik. Firtina geliyor. Agaclar once yavas yavas, sonra delice dansetmeye basliyor. Pencere ardina kadar aciliyor. Ruzgar daturalarin, camlarin ve denizin mis kokularini harmanlayip, sertce yuzume carpiyor. Biliyorum bu bir davetiye. Usulca cikiyorum disari. Kendimi firtinaya birakiyorum, beni de sarip sarmalasin diye. Ruzgarla birlikte gizli yerimize suzuluyoruz. Kopekler benden once davranmis ve yerlerini almislar, aralarina oturuyorum ve birbirimize degerek seyretmeye basliyoruz. Rihtimdaki kayalarda dalgalar patliyor, beyaz kopukler saciliyor etrafa. Gokte simsekler akiyor. Hersey cilginca ordan oraya savruluyor. Ritim allegrodan, prestoya sicriyor. Delice bir tasavvuf nesesi icinde hersey. Once minik minik, sonra hirpalayan damlalar dusuyor uzerimize. Kopekler islanmayi sevmez, kaciyorlar. Ben yagmurun altinda donup duruyorum, bahcedeki koca camin govdesine sariliyorum, islak yapraklara yuzumu suruyorum. Biliyorum ask bu…Ben bu aski biliyorum...

YETMEDİ...



Uc haftadir birlikteyiz. Bizim semester tatili kayak kampi sebebiyle bir hafta once basladi.
Ilk haftamiz dagda, piril piril gunesin altinda , mis gibi havayi cigerlerimize doldurarak, diger birsuru anne ve kuzusuyla eglenerek gecti. Kizimla kaydik, telesiyej sohbetleri yaptik. Ayrica kizim dagda langirt denen cocuk mikdanisini (toto'ca miknatis) kesfetti ve sonra habire jeton aldik. Kamp hayati annelerin/babalarin ve hocalarin keyifli sohbetleri sayesinde onikileri vuran gece hayatina donustu ve tabii cocuklar cilginca eglendi. Ama en unutulamazi otelin lobisinde - geceyarisi- kizim ve cimnastik hocasi arasindaki yarisma oldu...hocasi popsunun uzerinde hop hop ilerleyerek ve gobisini yilan gibi kivirtarak gecenin tartismasiz yildizi oldu.
Sonra bebegim ilk ilkokul karnesini dagda aldi, bir kere daha gurur ve sevgiyle gogsumuzu doldurdu.
En guzel anlardan biri de donus yolunda Iskenderleri hupletmek oldu: ben bir tane daha yerdim, icimde kaldi:))) Ah bu arada harika bir yidiz ve ay kabartmali bakir imbik aldim, hem de ne kadar ucuza...
Yorgun, argin ve mutlu eve dondugumuzde biricik arkadasim Ceydi coktan onumuzdeki hafta icin bickin bir plan yapmis ve birsuru bilet hazir etmisti. Evet, itiraf ediyorum, keyfi ve agir hareketlerimizden dolayi bu plani tam izleyemedik, ama elimizden geleni yaptik. Mesela, golge sergisine gidemedik ama Loft'da yemek yedik. Selim III'cugumu kacirdik ama Yerebatan'a ve Kitapevi'ne gittik. (Ayrica ben cok guzel bir ruj, bir de kupe aldim). Lars, Dero ve Ceydi Bugs Bunny on Ice 'a gittiler, ben aglayarak:)) Osmanlica kursuma. Ama Is Bankasi maske workshop'unda hersey yolunda gitti, ona da cocuklar cok bayilmamis, iyi mi... Aaa, hatta bir ara Belgrad ormanlarinda da yuruduk...
Sonra kizim ve Heso ile Despero'ya gittik , bayildik. Arkasindan ask sultan nasil olduysa kocaman bir pizza'yi mideye indirdi...
Kizim ne yazik ki jimnastik antremaninda hocasindan agir bir grip virusu kaptti ve boylece ucuncu haftamiz, daha cok evde gecti. Olsun biz de misafir cagirdik. Hem dunyalar tatlisi hocam da geldi. Tarih grubu hep birlikte Uc Istanbul'u seyrettik. Lara bizim icin boyle soslu filan harika bir kek yapti. Cok tatliydi, herkese kibarca merhaba dedi sonra Emsal ablasinin yanina dondu. Bizim edepsiz cirtlak sokak kizimiz Pixie'nin kizimdandan cok ogrenecegi cooook sey var. Kihladi durdu misafirelere...Biz de Emsal'le orduyu doyuracak kadar yemek hazirlamisiz, cogu kaldi valla...
Kac gundur evdeyiz ve devamli dip dibeyiz . Sorun cikiyor mu cikiyor. Bazen cok aksilesiyor/asilesiyor, simariyor, bir turlu odev yaptiramiyorum ama en fenasi yemek yediremiyorum. Her yemek icin en az elli kere lutfen yemegini yer misin diyorum ve sesim gitgide tizlesiyor. Her minik porsiyon yaklasik bir saatte bitiyor. Bugun bagsikligi kuvvetlensin diye balik corbasi pisirdim( tarifini ev cininden aldim, buradan binlerce tesekkur, harika oldu). Ben tarife biraz da tarcin ve zencefil ekledim. Ozendim, bezendim. Kizimla birlikte pisirdik, ustelik. Hakikaten lezziz oldu, icim titriyor ki yesin, biraz guclensin. Nasil zor yiyor, cizgi filim pazarliklariyla filan, her agzina giren kasikta tiksinme titremeleri yapiyor . Aklima Gazze'deki cocuklar geliyor, ben de sinirleniyorum bu monserlige(bilincalti bu lafi paste etti tak diye buraya tabii)
Neyse aksam da kavga ettik uyumamak icin elma isterim diye tuturunca. Saat olmus yuz bin, yanimda gitgide doz arttiriyor, once elma istiyorumu biteviye tekrarlamalar, sonra yatakta ziplama, en son yastiga vurma ve ses perdesini sinira tasimayla annenin asama asama ulastigi sinir kresendosu. Birden hirlayiverdim hemen yatagina git diye. Ama gercekten hirladim . Kopek milletiyle cok samimi olmaktan herhalde, bazen otomatigim kopek tepkileri oluveriyor iste. Yok, henuz kimseleri isirmadim...
Egzibisyonist aglamalardan sonra araya dayinin girmesiyle sekerpareyi tekrar yanibasimda yatarken buldum. Gozgoze bakistik uzun zaman sonra ask sozcukleri dokuldu agzimdan, baristik ve uyudu Ask Sultan...
That is my side of the story, kim bilir o bende nelere sinir oldu, neleri alttan aldi, bir de onu dinlemek lazim..
Sagolsun Banu ve Zeynep, yogalari sayesinde sinirleri alinmis lakerdaya donuyorum-bir de biricik dostum Sirmis sayesinde(bu o halim). Ayrica kizimla da Gravity and Grace dvd'si aldik, sabahlari onu yapiyoruz. Dugumlenip, dugumlenip cozuluyoruz ve cok guluyoruz. Bu kadar gevsemesek bir de, neler olacakti kimbilir:)))
Demem o ki yakinda okul baslayacak ve uc haftayi dip dibe gecirdik, cok gulduk, eglendik, endiselendik ( atesi 39'a cikti), kavga ettik, baristik, hayranlikla Planets seyrettik ama ben DOYAMADIM KIZIMA. Baslamasin okul...biz iyiyiz boyle dip dibe, cok egleniyor, pek sevisiyoruz. Daha cok arkadas oluyoruz gitgide...
Bir de bana cok iyi geldi tatil, uzun zamandir Osman I ve Osman II'nin ruyalari dolayisiyla uykusuz ve ruyasiz kalmistim... kiii dun aksam harikulade bir ruya gordum...
Tek yandigim: Adaya gidemedik, kuzen ve yegeni goremedik, tel kadayif yiyemedik..Neyse ki bahar yolda, yasasin:)))
Simdi anneanne/ dede uzun tatilden donuyor bu gece gec. Kizim nasil ozledi dedolyasini, ananesini...
Not: huzune uzum diyor...bır de kalanizasyon . O kadar seker ki bu yanlislar anne dogru mu dediginde hi hi diyorum. Kotuyum:))Ahh bir de kamlumbagaya kaplunu deyisi vardi ki, Turk Dil Kurumu'na gidip hayvanin adini bu sekle cevirmek icin dilekce veresim gelirdi, duzeltti coktandir....

Sunday, 1 February 2009

PLANETS




I am in awe. Yes, that is exactly the right wording: AWE

Yesterday after a heavenly yoga and a most entertaining meyhane session with most interesting friends and a talk that streched minds, I returned home.

At home, in a totally alone night, I closed all the lights and submerged myself into darkness (well, unfortunately u can never get total darkness in a city) and observed myself taking pleasure from the new sense -balance brought about by the loss of my eyesight. My other senses immideately got sharper trying to compensate, but mostly the ears took over.

Then, I put on "The Planets", a documentary of BBC. I think I was totally taken in for the next two hours. I only remember myself being very much moved by the mystery, by the uncomprehensible beauty and...really, my thoughts defy any translation into words. Watch for yourself!


I felt proud of the human effort, intelligence and curiosity and my God, the perfection and beauty of all those calculations. If I had `known that mathematics and physics were the languauge of the universe, than I would have studied MUCH more in my science classes.

I think that the scientists that can get into the vibe of the universe are chosen people. I wish very much that I could have closed the door of my labaratory to the rest of the world and then get lost among the stars and planets, through and through. How I would have loved to have acess to all this data, how I would have loved to be there among all those lucky people who can evaluate the transmitted information.

Well, it is too late now. And after all I am, in fact very happy with my cup of tea, history:)) Still I would be most happy if my daughter worked in NASA or LOS ALAMOS (my genius brother worked there for a while) or CERN.