Tuesday 15 March 2011

Refik Halid Karay: Nilgün


Sonunda buldum neden böyle garip bir kadın olduğumu. Tam gelişme, serpilme çağında insan Karay külliyatını okur, kadın olmak ve aşık olmak tahayyüllerini Karay'ı temel alarak oluşturursa böyle olur işte. Yani aslında Karay okumak bir aşk macerası -yada hadi Karay'ın terminolojisini kullanalım -bir aşk sergüzeşti geçirmek kadar keyifli ve heyecanlıdır. Herbir oymalı, billur tasvirle kendinizden geçer, o aslında bügün hastalıklı diye tabir ettiğimiz şedid aşkların içersinde aslında farketmeden siz de şekillenirsiniz.
Karay'ın pek hastası olduğu 'didişmeli sevişme' kavramı farketmeden bilinçaltınızın derinliklerine süzülür ve siz onu yıllar sonra değerli bir Bizans mücehveri gibi arkeolojik kazılarla kimbilir kaç katmanın altından binbir güçlükle çıkartırsınız.
Peki ne işe yarar bu kazı? Artık çoktan normal olan yavan gelmeye başlamıştır. Aşkta, acıda, tutkuda el arttırmak, kumar oynamak bir ihtiyaç haline gelmiştir. Herşeyden ötesi böyle bir oyunun diğer oyuncusu da elbette normal bir insan değildir: yancak ve elbette yakacaktır. Acı çekme ve çektirme haznesi geniş ve derindir. Mumdan gemilerle ateş denizlerine açılınmıştır bir kere (Bu harika benzetme bana değil Şeyh Galib'e ait, bkz: Hüsn-ü Aşk)...Ama elbette ki bunun simetrik tersi olan tutku ve aşk haznesi de buna mukabildir. Yoksa çekilmez...
Ben böyle bir yolculuktan döndüm. Güzel fırtınaydı. Oldum olası fırtınalara düşkünüm. Adada fırtına kaçırmam, illa kendimi dışarı atarım, doğanın çoşkusuna katılmak/karışmak için...
Dinleniyorum şimdi ve acısına rağmen kafamda böyle renkli ve masalımsı bir anı dosyası olmasına seviniyorum. Onlar sonsuza kadar bana ait...
Ayrıca kulelerim yıkıldı benim, daha ne olsun...
Peki, acaba onun en ufak bir fikri var mı bende yaratmış olduğu sarsıntıdan? 8.3'lük depremi onun Richter ölçeği en fazla 4 civarı fian algılıyor. Acaba ondaki depremin ölçüsü kaç... hiçbir fikrim yok desem. Onca sarsıntının arasında benim sarsıntı da hissediliyor mu acaba? Bilmem...

Thursday 10 March 2011

Ey Tarot!!!


Hayatımın rasyonalist ve modernist dönemini kapatmış, post-modern/ new age dönemine girmiş durumdayım. Hayırlı, uğurlı olsun...Şimdiki tarot trafiğinden önce en son bana fal bakan kişi anneannemdi, o da ben çocukken sanırım. Astroloji olsun bilmez, cümleye a demek sen terazisin o yüzden diye başlayanlara müstezhi müstehzi sırıtır, için için irrasyonalitelerini aşağılardım. Sen misin böyle vanity fairleşen, buyur bakalım...

Neyse böyle hayatıma tepeden biryerlerden bakmak istiyorum. Beyaz sakallı bir amcanın tercihen rüyamda evledım bak şöyle şöyle olucak, herşey çözülücek, sen yüreğini ferah tut. İki zaman kadar şu, üç zamana kadar bu oluyor filan demesini istiyorum. Grand narrative'ler peşindeyim yani, in other words orta yaş bunalımı herhalde:))

Neyse geçende içim hakkaten içime sığmayınca (ne kadar güzel bir laftır), attım kendimi Z.'ye. Kedisi, tatlı cadı görüntüsü vs. anında iyi geldi zaten. Hayretli bakışlarımın arasında durumu olduğu gibi tarif etti, nasıl davransam daha iyi olacağını söyledi...o renki renkli kocaman kartların üzerinden öyle şeyler anlattı ki aslında A. nın bana söylemiş olduğu şeylerin nerdeyse birebir tekrarıydı.Kartlarda ben hep büyücü olarak çıktım. Onu büyülemiş olmamın yanısıra:)), dikkat et psişik güçlerin var, be careful what u wish for dedi. Ben de ona çok net gördüğü için İtalyan katolik anneanneme fal bakmasının papaz tarafından yasaklandığını, ailede medyumlar oduğunu ve hatta bir tanesinin polis medyumu olduğunu anlattım, heh he...Sonra ada çayı tütsüsü yaptı, bu bana çocukluğumda bizim evde yapılan zeytin yaprağı tütsülerini hatırlattı...

Velhasıl ben oradan pof pof, tüy gibi hafiflemiş, sinirleri alınmış bir şekilde çıktım...süzülerek eve gittim ve bir de baktım ki bir küsür aydır haberleşmediğimiz A.'dan mesaj gelmiş...Ne tesadüf...

Bana şu sıralar iyi ve eğlenceli geliyor her türlü tarot, kahve falı, astroloji vs. Böyle takılıcam bi süre anlaşılan:))