Thursday 27 October 2011

Clausewitz

"The best strategy is always to be very strong; first in general, and then at the decisive point. . . There is no higher and simpler law of strategy than that of keeping one's forces concentrated."

Wednesday 26 October 2011

Herr Wernher Braun


little poem in respect for Herr Braun's most invaluable contributions to science and to self, in an effort to procastinate reading Selim Deringil's 'Well Protected Domains'

IS SCIENCE ANOTHER MIRROR OF LIFE, OR WHAT?

Herr Braun's inventions still continue to galvanize,
Even the folks who are totally at a loss with rocket science...
I find myself carried away by this most exhilirating aerodynamic design
While a 'similar form' equally combustible erupts in the inspired mind of mine...
Images of rockets and whipped cream intertwine
Aber sehr sehr unglücklich, the beholder and master is gone
to a highly important meeting, meine lieber Herr Braun...

Invictus

INVICTUS

Out of the night that covers me,
Black as the pit from pole to pole,
I thank whatever gods may be
For my unconquerable soul.

In the fell clutch of circumstance
I have not winced nor cried aloud.
Under the bludgeonings of chance
My head is bloody, but unbowed.

Beyond this place of wrath and tears
Looms but the Horror of the shade,
And yet the menace of the years
Finds and shall find me unafraid.

It matters not how strait the gate,
How charged with punishments the scroll,
I am the master of my fate:
I am the captain of my soul,

William Ernest Henley.

Monday 24 October 2011

Doin notin is fun:))

I stopped in the middle of the sea
In an equal distance between back and forth
Standing here watching, as autumn took away all my energy
and encased me into this passive-observer state of wonder
Usually a place I do not like
Away from the safety of the shore or the glory of the destination.
But standing in the middle...
Not bad as it used to be
My muscles are strong, my concentration not concentrated on flight nor fight...
Bur rather on pleasure...
It wavers on sunrise, sundawn, breezes, tempests, waves and winds.
And of course lush green forests
I am gonna move soon, I know...
Just a little bit more...
Just a little bit more in bed, just a little bit more at home, just a little bit more within
Just a little bit more doin notin...
Waitin for
Many things to unfold and manifest
So many delicious things:))

Thursday 29 September 2011

A little, weird prayer:))

1. Belgesellerde vardır hani. Bir grup yunus teknenin peşine takılır ve bu garip, kocaman balıkla oynamaya karar verirler. Hızla, adeta kayarak tekneyle birlikte yüzerler, sonra tatlı canları istedikçe ve keyifle beyaz köpüklerin arasından güneşe doğru zıplarlar. Vücütlarından havaya pırıl pırıl pırıldayan damlalar saçılır ama esas büyüleyici olanı ruhlarından etrafa saçılan oyuncu ve muzip neşedir. They are at that moment the embodiment of joy and ride at the exact wavelength of pure hapiness. I think that is a most wonderful example of total focus and transcendence.


2. Ruslar önce Napolyon'u, sonra Hitler'i nasıl yenerler? İçlere çekilerek. Ben de içime çekiliyorum şimdi. Ama bir yandan da I am riding by and large at the wavelength of joy and happiness...so I am sunshinefully there but oops not exactly there....I know that his coming to me is inevitable, it is meant to be. I will wait as I purr as the happy cat that I am.... for him to not fall in, good heavens no...but to climb up to my love:))))))))))))



Thank God,

Your most humble servant,

Y.:)))

Monday 25 July 2011

küçük, clılız ses

Malum ruhumun güneşsiz yeraltı mağralarında dolaştım bir süre. Pek oksijen de yok orada... her daim bir nefes darlığı. Terleyip tavanlardan şıp şıp damlayan yeraltı suları heryerde...nasıl olmasınlar, gözyaşı kaynağı onlar. Hava yok ama nasılsa en büyük, en cayır cayır yangınlar alevleniyor orada...içinin yeşil ve ferah ormanları kül olup, çöle dönüşüyorlar.
Ama işte Adem, Ahmet , Mehmet farketmiyor ki....aslında herşey sana bir ayna. Aynanın açısı önemli...bazı aynalar taa derununa kadar gösteriyor... hiç inmediğin derinlikleri, uğramadığın dehlizleri gün işığına çıkartıyor. Yangın yakıcı ama bir o kadar da aydınlatıcı eğer görmeye niyetliysen...
Tesbih tanesi gibi birer birer çek, ...elbet bitecek.
Yavaş yavaş aydınlanıyor sisler ve o arbedede mecnun gibi farketmeden geldiğin yeri görmeye başlıyorsun. Eğer bir vahaysa çölden sonra vardığın muhtemelen ulaşabileceğin en yakın en azından bir parça "daha iyi" düşünce bulutuna el uzatmışsın. Yavaş yavaş, adım adım, hod be hod...
Çok mutsuzum, içim kanayan yaralarla kaplı demiş iç sesin...ama iç ses orkestrandan birz daha cıvıltılı bir ses cevap vermiş: evet ama işte hala günbatımını görebiliyorsun, renkler ne güzel değil mi?...bass bariton ses bütün otoritesiyle sanki devlet ricalinden şişmanca bir zatmış gibi atılmış hemen: o olmadan günbatımının zevki nerde...ona yaslanmadan, kokusunu duymadan bu güzellik sana acıdır sadece...ve gelsin yeraltı suları, fışkırsın gözlerden...ama gene de senden itibar göremediği için cılızlaşmış ses şansını deniyor: gene de ne kadar güzel bu kadar sevmiş olman, sana ne kadar yumuşaklık, derinlik kattı görmüyormusun???Bu noktada derun orkestrasından en sarkastik sesin sinkaflı bir küfür savurmasıyla ortalık sus pus oluyor...bu sırada sen de ağlamaktan tükenmişsin zaten...
Ama ben bütün bu olayların sonunda devlet ricalinden tıknaz bas bariton şahsın o kadar da muteber olmadığını öğrendim. Tamam çok bilgili, çok güçlü görünüyor...ama her daim kötü söylüyor, kalp kırıyor. Üstelik kifayetsiz, aslında pek de bişey bildiği de yok... olaylara siyah gözlüklerle ve korkuyla baktığı için hepimizi boş yere gergef gibi geriyor. Hüseyin Avni gibi bir zat sanırım kendisi...Oysa ki cılız ses iyi konuştuğundan, pollyanna'cılık yaptığından saflıkla suçlanırdı hep...kimse inanmazdı ona. Ama ben yeraltı dehlizlerimden o tatlı-cılız sesin rehberliğinde, şelaleli-rüzgarlı ormanlarıma çıktım gene. Birlikte mağraya sızan günışığı huzmelerini takib ettik... güneş yoksa huzmeleri izle...
Aşık aşkta ölürmüş doğru...o zamana kadar bildiğin halin ölüyor doğru...ama haznene dönüyorsun, kaynağını buluyorsun ve oradan çektiklerinle genişleyerek hayata dönüyorsun...
now you can be a rainbow in somebody elses clouds, because you know.

Sunday 15 May 2011

Ey ruh geldiysen ampulleri değiştir bir zahmet...

Extreme times call for extreme measures:))



Dün editing işine oturdum gene. O denli sıkıcı ki, bir yandan kendimi başka seslerle ve renklerle beslemezsem afaganlar basıyor, a dostlar.


Neyse açtım youtube'u, bir arkadaşım bilmemne Hay diye bir kadından bahsetmişti, muhakkak seyret diye. Kadın işte bilindik new age şeyler söylüyor, olumlama yap, kendini sev, iyi düşün vs.


Fakat işte yandaki videolar filan derken kendimi Oprah'nın Esther Hicks diye bir kadınla yaptığı radyo söyleşisinin ortasında buldum. Yasemin in wonderland...once more... Esther, Abraham diye isimlendirdiği- esas kaynak- dediği bir varlığa kanallık yapıyor. Neyse kadın çok şeker, çok doğal..tatlı Amerikan teyzelerinden... böyle bir kadın nasıl yalan söyler yahu oluyorsunuz... yani tek kanallık yapamadığı gün komşu köpeğin kümeslerini basıp, tavuklarını öldürdüğü gün olmuş, o kadar üzülmüş ki hiç bir bağ kuramamış, böyle sweetheart bir kadın yani...



Nissa (neyse) ben kulaklarımı kurtçuğum Tommy gibi kocaman dikmiş dinliyorum... malum hayatıma çekmek istediğim şeyler var... totoyu kaldırıp koşuşturucağıma, düşüncemi değiştirmek benim gibi bir eykşın insanı olmayıp, teori insanı olan birine çoook daha çekici geliyor haliynen:))- (hayır tembelim demiyoruz, negatif şeyler söylemiyoruz: kelimeler önemli:)) ya teori insanıyım diyoruz, yalan mı ben her daim beynimde fazla mesai yapıyorum... ya da İngilzce de bayılırım şöyle derler: I am being too liberal with myself)


Kendimi iyicene kaptırıyorum. Esther diyor ki, aslında benim yaptığım özel birşey değil... kaynak herkesle konuşuyor, sadece ben direnmeden kendimi açıyorum, yoksa hepimizin etrafında yönlendirici bir enerji var, bir nevi guardian angel. Ah... demek diyorum benimki de benim gibi... yayılmıştır iyice şimdi... bu ne sorumsuzluktur ...saldım çayıra, mevlam kayıra, doğru düzgün işini yapsana Allasen filan deyip kıkırdıyorum. Amma velakin saat sabahın iki buçuğu bu arada ve ben evde hatta bütün apartmanda yanlızım. E yani dinlediğim ve hatta bir adım ileri giderek konuştuğum:) şeyler "tekinsiz" :)) ruhlar, evren vs., yani çaktırmıyorum kendime ama hafif de tırsıyorum:))
Derken nature called:), tuvalete gittim, elektrik düğmesine basmamla birden birşeyler patladı, havada korlar uçuştu ve karanlık...üstelik böyle bir ahval ve şerait içerisinde karanlık.. içerde Esther pardon Abraham konuşmaya devam ediyor...e... yusuf durumları haliyle... meğer sigortaları attırmışım... artık meleğim," ben işbaşındayım evladım , don't worry be happy" mi dedi, yoksa ben bunları dinlerken motorları fazla çalıştırıp enerji mi yoğunlaştırdım, (peki böyle sigorta attıracak kadar güçlü bir enerji açığa çıkarabiliyorum da, NE-DENNNNN istediğim insanı hayatıma çekemiyorum, GIRRRRRRRRR) yoksa hayatımızdaki binlerce nedensiz sıradan kazadan birimiydi??? Gece gece bana fazlaca manalı geldi:))
Do not know...

Tuesday 15 March 2011

Refik Halid Karay: Nilgün


Sonunda buldum neden böyle garip bir kadın olduğumu. Tam gelişme, serpilme çağında insan Karay külliyatını okur, kadın olmak ve aşık olmak tahayyüllerini Karay'ı temel alarak oluşturursa böyle olur işte. Yani aslında Karay okumak bir aşk macerası -yada hadi Karay'ın terminolojisini kullanalım -bir aşk sergüzeşti geçirmek kadar keyifli ve heyecanlıdır. Herbir oymalı, billur tasvirle kendinizden geçer, o aslında bügün hastalıklı diye tabir ettiğimiz şedid aşkların içersinde aslında farketmeden siz de şekillenirsiniz.
Karay'ın pek hastası olduğu 'didişmeli sevişme' kavramı farketmeden bilinçaltınızın derinliklerine süzülür ve siz onu yıllar sonra değerli bir Bizans mücehveri gibi arkeolojik kazılarla kimbilir kaç katmanın altından binbir güçlükle çıkartırsınız.
Peki ne işe yarar bu kazı? Artık çoktan normal olan yavan gelmeye başlamıştır. Aşkta, acıda, tutkuda el arttırmak, kumar oynamak bir ihtiyaç haline gelmiştir. Herşeyden ötesi böyle bir oyunun diğer oyuncusu da elbette normal bir insan değildir: yancak ve elbette yakacaktır. Acı çekme ve çektirme haznesi geniş ve derindir. Mumdan gemilerle ateş denizlerine açılınmıştır bir kere (Bu harika benzetme bana değil Şeyh Galib'e ait, bkz: Hüsn-ü Aşk)...Ama elbette ki bunun simetrik tersi olan tutku ve aşk haznesi de buna mukabildir. Yoksa çekilmez...
Ben böyle bir yolculuktan döndüm. Güzel fırtınaydı. Oldum olası fırtınalara düşkünüm. Adada fırtına kaçırmam, illa kendimi dışarı atarım, doğanın çoşkusuna katılmak/karışmak için...
Dinleniyorum şimdi ve acısına rağmen kafamda böyle renkli ve masalımsı bir anı dosyası olmasına seviniyorum. Onlar sonsuza kadar bana ait...
Ayrıca kulelerim yıkıldı benim, daha ne olsun...
Peki, acaba onun en ufak bir fikri var mı bende yaratmış olduğu sarsıntıdan? 8.3'lük depremi onun Richter ölçeği en fazla 4 civarı fian algılıyor. Acaba ondaki depremin ölçüsü kaç... hiçbir fikrim yok desem. Onca sarsıntının arasında benim sarsıntı da hissediliyor mu acaba? Bilmem...

Thursday 10 March 2011

Ey Tarot!!!


Hayatımın rasyonalist ve modernist dönemini kapatmış, post-modern/ new age dönemine girmiş durumdayım. Hayırlı, uğurlı olsun...Şimdiki tarot trafiğinden önce en son bana fal bakan kişi anneannemdi, o da ben çocukken sanırım. Astroloji olsun bilmez, cümleye a demek sen terazisin o yüzden diye başlayanlara müstezhi müstehzi sırıtır, için için irrasyonalitelerini aşağılardım. Sen misin böyle vanity fairleşen, buyur bakalım...

Neyse böyle hayatıma tepeden biryerlerden bakmak istiyorum. Beyaz sakallı bir amcanın tercihen rüyamda evledım bak şöyle şöyle olucak, herşey çözülücek, sen yüreğini ferah tut. İki zaman kadar şu, üç zamana kadar bu oluyor filan demesini istiyorum. Grand narrative'ler peşindeyim yani, in other words orta yaş bunalımı herhalde:))

Neyse geçende içim hakkaten içime sığmayınca (ne kadar güzel bir laftır), attım kendimi Z.'ye. Kedisi, tatlı cadı görüntüsü vs. anında iyi geldi zaten. Hayretli bakışlarımın arasında durumu olduğu gibi tarif etti, nasıl davransam daha iyi olacağını söyledi...o renki renkli kocaman kartların üzerinden öyle şeyler anlattı ki aslında A. nın bana söylemiş olduğu şeylerin nerdeyse birebir tekrarıydı.Kartlarda ben hep büyücü olarak çıktım. Onu büyülemiş olmamın yanısıra:)), dikkat et psişik güçlerin var, be careful what u wish for dedi. Ben de ona çok net gördüğü için İtalyan katolik anneanneme fal bakmasının papaz tarafından yasaklandığını, ailede medyumlar oduğunu ve hatta bir tanesinin polis medyumu olduğunu anlattım, heh he...Sonra ada çayı tütsüsü yaptı, bu bana çocukluğumda bizim evde yapılan zeytin yaprağı tütsülerini hatırlattı...

Velhasıl ben oradan pof pof, tüy gibi hafiflemiş, sinirleri alınmış bir şekilde çıktım...süzülerek eve gittim ve bir de baktım ki bir küsür aydır haberleşmediğimiz A.'dan mesaj gelmiş...Ne tesadüf...

Bana şu sıralar iyi ve eğlenceli geliyor her türlü tarot, kahve falı, astroloji vs. Böyle takılıcam bi süre anlaşılan:))

Tuesday 22 February 2011

İnsan egosu bir aslan, hayat da kamçı...




Liflerimi attırdım streching'de. Yoğun bir acı külçeleştirdi bacağımı, gözüm karardı, midem bulandı, bayılacak gibi oldum. O kadar iyi geldi ki. Çünkü ruhumun canı çok daha beter yanıyor. Gözümden yaşlar fışkıracaktı tutmasaydım kendimi çünkü o yanımda olsun, elimi tutsun istedim. Çok istedim. Sonra bacağımın acısı unutturdu ruhumun acısını, hiç olmazsa bir parça...bir süre...


Bilmiyorum ne yapıcam bu içimdeki uçsuz bucaksız özlemle. Sabah karnıma, göğüs boşluğuma yapışan, boğazımda düğümlenen acıyla. Geçecek...zaman...v.s diyor bilenler. Ama geçmesin, çünkü ondan geri kalan tek şey bu acı. En azından şimdilik geçmesin, I am not ready to let go...


Ne ektiysem onu biçiyorum işte...Onun canını çok yaktım, benimki yanıyor şimdi işte...Venedik'te San Marco meydanında göz kapaklarının üzerinde menevişlenen güneşin tadını çıkaran neşeli kadın nerede... şimdiki gözü yaşlı , kurşun bakışlı kadın kim?


Hayat insanı nasııııllll da terbiye ediyor. İnsanın egosu bir aslan, hayat da kamçı.


Terbiye oldum. Bir daha kimseye böyle bir acı veremem artık. Demek insan bazen kötülükleri hakikaten bilmediği için yapıyor. Yani kötü birşey biliyorsun tahminen ama yaşamamışsın işte... Yaşamadan insan nasıl bir acı olduğunu anlayamıyormuş.


Çok seviyorum ben onu...bütün bunları bile bile (biliyormuş meğer) bana bu kadar sevgi dolu, saygılı ve toleranslı davranmış olduğu için daha da çok. Ben giderken olay çıkarmak, çirkinleşmek yerine bana sıkı sıkı sarıldığı için...çok seviyorum onu. Ona söyleyemediğimi buralara yazıyorum. Öksürüğüm bir türlü geçmiyor, söyleyemediğim şeyler boğazımı yakıyor. Canım o benim. Nokta.

Eğ başını, olgunlukla çek cezanı.

Belki ona bir kez daha sarılma ve ne kadar çok sevdiğni söyleme fırsatın olur...






Monday 21 February 2011

Thursday 17 February 2011

The Power of Goodbye