Monday 25 July 2011

küçük, clılız ses

Malum ruhumun güneşsiz yeraltı mağralarında dolaştım bir süre. Pek oksijen de yok orada... her daim bir nefes darlığı. Terleyip tavanlardan şıp şıp damlayan yeraltı suları heryerde...nasıl olmasınlar, gözyaşı kaynağı onlar. Hava yok ama nasılsa en büyük, en cayır cayır yangınlar alevleniyor orada...içinin yeşil ve ferah ormanları kül olup, çöle dönüşüyorlar.
Ama işte Adem, Ahmet , Mehmet farketmiyor ki....aslında herşey sana bir ayna. Aynanın açısı önemli...bazı aynalar taa derununa kadar gösteriyor... hiç inmediğin derinlikleri, uğramadığın dehlizleri gün işığına çıkartıyor. Yangın yakıcı ama bir o kadar da aydınlatıcı eğer görmeye niyetliysen...
Tesbih tanesi gibi birer birer çek, ...elbet bitecek.
Yavaş yavaş aydınlanıyor sisler ve o arbedede mecnun gibi farketmeden geldiğin yeri görmeye başlıyorsun. Eğer bir vahaysa çölden sonra vardığın muhtemelen ulaşabileceğin en yakın en azından bir parça "daha iyi" düşünce bulutuna el uzatmışsın. Yavaş yavaş, adım adım, hod be hod...
Çok mutsuzum, içim kanayan yaralarla kaplı demiş iç sesin...ama iç ses orkestrandan birz daha cıvıltılı bir ses cevap vermiş: evet ama işte hala günbatımını görebiliyorsun, renkler ne güzel değil mi?...bass bariton ses bütün otoritesiyle sanki devlet ricalinden şişmanca bir zatmış gibi atılmış hemen: o olmadan günbatımının zevki nerde...ona yaslanmadan, kokusunu duymadan bu güzellik sana acıdır sadece...ve gelsin yeraltı suları, fışkırsın gözlerden...ama gene de senden itibar göremediği için cılızlaşmış ses şansını deniyor: gene de ne kadar güzel bu kadar sevmiş olman, sana ne kadar yumuşaklık, derinlik kattı görmüyormusun???Bu noktada derun orkestrasından en sarkastik sesin sinkaflı bir küfür savurmasıyla ortalık sus pus oluyor...bu sırada sen de ağlamaktan tükenmişsin zaten...
Ama ben bütün bu olayların sonunda devlet ricalinden tıknaz bas bariton şahsın o kadar da muteber olmadığını öğrendim. Tamam çok bilgili, çok güçlü görünüyor...ama her daim kötü söylüyor, kalp kırıyor. Üstelik kifayetsiz, aslında pek de bişey bildiği de yok... olaylara siyah gözlüklerle ve korkuyla baktığı için hepimizi boş yere gergef gibi geriyor. Hüseyin Avni gibi bir zat sanırım kendisi...Oysa ki cılız ses iyi konuştuğundan, pollyanna'cılık yaptığından saflıkla suçlanırdı hep...kimse inanmazdı ona. Ama ben yeraltı dehlizlerimden o tatlı-cılız sesin rehberliğinde, şelaleli-rüzgarlı ormanlarıma çıktım gene. Birlikte mağraya sızan günışığı huzmelerini takib ettik... güneş yoksa huzmeleri izle...
Aşık aşkta ölürmüş doğru...o zamana kadar bildiğin halin ölüyor doğru...ama haznene dönüyorsun, kaynağını buluyorsun ve oradan çektiklerinle genişleyerek hayata dönüyorsun...
now you can be a rainbow in somebody elses clouds, because you know.

No comments: