Monday, 9 February 2009

PAST IS A FOREIGN COUNTRY




Babamı düşününce bazen aklıma Boticelli'nin Primavera tablosu geliyor. Nasıl o tablodaki Chloris'in agzından cicekler dökülür, babamın da nereye gitse ellerinden etrafa hayat ve yeşil yayılır. Hemen dev-minik, çesit çesit bitkiler, mis kokulu cicekeler,balli meyvalar, gölgeli palmiyeler, binlerce küçük kaktüs, zümrüt sarmasiklar, zarif havuzlar, serin fıskiyeler , yosunlu balüstratlar ve bunlarla hayat bulan cıvıltılı kuşlar, rengarenk böcekler , çinli kirpiler, ve illa ki ve harzaman bahçenin ruhu köpekler (onlardan kaçan ve ne yazık ki bazen kaçamayan kediler) sarar etrafımızı. Babamın florası icinde aslında uyuyan güzeldeki gibi ormandan bir zırh oluşur hayatla aramızda ve biz hep biraz da büyülü, ferah ve pırıltılı bir masal dünyası/ bol ağustos böcekli bir yaz gecesi rüyası icinde yaşarız.
En sert ve ısırgan hayvanlar babamın yanında kuzuya doner. Eminim bir gün Nil nehrinde yolunu kaybetmis bir timsah bizim evin önüne parketse kısa zamanda babama karnını kaşıtıcak kıvama gelir. O da bir cicikodur.
Bir de şaman elleri vardır, her türlü ağrıyı kesen. Ben hamileyken dogum sancılarımda sıcak ve kocaman eli beni iyi etmis, huzur vermisti, daha guclu girebilmistim doguma sayesinde.
Ama babami bundan ibaret sananlar fena halde yanılırlar. Cunku ayni cok sevdigi ve cogalttigi doga gibi onun icinde de birdenbire ortaya cikan sarp kayaliklar, hirpalayan firtinalar, sarsici acimasizliklar vardir. Cok buyuk sertlikler ve cok buyuk toleranslar babamin karakterinde birbiriyle catismadan , rahatca yanyana otururlar. Katman katman gorkemlerin ve gorgulerin, cetin duvarlar, mana verilemeyecek acimasizliklar ve yakici bir baba-ogul iliskisiyle carpistigi, kendi deyimiyle midesini patlatacak kadar zor gecen bir gencligin/mucadelelerin sonuclari olsa gerek.
Kilit isim dedem. Gectim babami, benim bile hic tanimama ragmen garip bir hayranlik/ nefret iliskisiyle bagli oldugum ve deli gibi merak ettigim adam. Kucuk babama cektirmis oldugu acilarin burnumun diregini sizlattigi, icimi yaktigi, babam onu hic yargilamadan anlattikca hala gozlerimin dolmasinin musebibi adam...
Neden bunlari yaziyorum. Cunku dun babam bana guzel guzel Bogazi anlatti. Yillar oncesinin Bogazi. Aslinda dedemin arkadasi olan Suleyman Dirvana'yi anlatiyordu. Herseyiyle kendi yaptigi, cerrah elleriyle diregini bile mukemmelen kendi oydugu yelkenlisiyle sanki motoru varmiscasina o cetrefil akintilarla nasil basa ciktigini ve tabii Bogaz'dan pek eksik olmayan gonul maceralarini tatli tatli anlatiyordu. O anlattikca benim kafamda tavanarasina kaldirilmis cocuklugumun Bogazinin resimleri, kokulari, tatlari, insanlari ve nedense Bogaz'in cesit cesit akintilari birer birer kipirdandi, esnedi ve canlandilar, babamin hikayesine eslik ederek keyifli bir gecit toreni yaptilar.
Sonra Dirvana'dan babasina gecti babam. En son cok aci geldi. Babamin babasinin basinda bekledigi. Dedemin cigerine bagli balonun gittikca daha az sismesi ve cocuk babamin tek basina kimbilir ne kadar korkmasi ama gene de orada kipirdayamadan oturmasi. En buyuk ideali icinde rengarenk, sekil sekil, isik vurdukca kimi eflatun, kimi nar kirmizisi, kimi yildizli gece gibi parlayan parfum siseleriyle bezenmis bir dukkani olmasi olan bir cocuk...icinde cogunu babasinin yaratmis oldugu ıncelıkler ve cam kiriklariyla uslu uslu oturup babasinin olumunu bekleyen babam cocuk.
O sirada her acidan kaba bir insan olan metresin asagida son esyalari da kapip goturmek uzere denkliyor olmasi. O sirada bir zamanlar buyuk bir ask sonucu Heidelberg'den gelmis ve savasta butun ailesini kaybetmis, vatandasliktan atilmis babaannemin uzakta ve kimbilir kalbi ne kadar kirik ama herzamanki gibi sessiz, sedasiz, disiplinli bekleyisi...
Bir de ustune babam bizim artik restoran olan evimize gitmis bir gurmenin yorumu okudu: kimbilir bu evde kimler neler neler yasadi gibi birseyle bitiyordu. Evet, bir kismina benim de yetistigim cok sey, dolu dolu sey yasandi o evde ve etrafinda...bugunun dunyasindan fersah fersah uzakta.
Iste diyorum cok geldi, bu yasimda kucuk kizlar gibi kapandim agladim banyoda, burnumda eski evimizde bana ismimi veren sarmasik Yaseminlerinin kokusuyla...

No comments: