Friday, 12 October 2012

The closed door

The joy for the joy as an end in itself came back.
This is the real joy.
The period of enslavement is over.
However I still do not go to that door.
No... that is wrong, I often find myself  wandering in front of that door, especially late at night... dressed in my long white linen gown, and a candle in my hand...with an expression of longing on my face and with a yearning in my soul to understand... and to see him once again...
But the Prussian soldier in me and, how I love him, soothes me...
He says it is OK to wander around that door but my dear child do not open iy yet, it will only hurt you, make u sorry and weak...so no need...
There are other doors inside you...many many doors and many many floors...
Doors that open to love and friendship...
Doors that open to secret gardens, cabinets of curiosities...
Doors thatopen to colors, exquisite perfumes and all sorts of delicious things...
You are rich...
So go to another, which will make you feel better...
Even a bit better is still better...
And with time, the other doors that open and will open to better feeling places will transform u, expand u, make u stronger...
And then, try that door...
But you will see dear child, u will not have to make the effort...
That door will open to u all by itself if u r still interested in what is beyond...
It will open  in a wider angle that u have dreamt it to open
And once more u will be suprised how the magic of life beats ur wildest dreams...
how impossible, seemingly unconnected or even blocking events unite to form the bricks
of the way that leads you to the beyond of that door...
Once a door is opened it is really never closed as long as you want it to be closed...
Once a hand is extanded, it never returns without what it has asked for...
Change is in the air...
I just love the feeling...

Thursday, 6 September 2012

Axel, size sevgilim diyebilir miyim?

Capri'ye giderken aşık olacağımı nereden bilebilrdim ki???

Bir gün evvel Procida'da bir geceliğine bir Sophia Loren filminin içine girmiş, Napolili çalgıcıların serenatlarını dinlemiş, Pulcinella ve Antonio'nun atışmalarını hayranlıkla izlemiş ve hatta Antonio ile dansetmiş, o ahalide dört kız "tarkish women" diye bir fenomen yaratmış, ismi lazım değil bir arkadaşımızın gecenin bir yarısı kapı zillerini çalması üzerine böğüre böğüre gülerek ve tabii koşarak elli basamak tırmanmış, aralık bir ev kapısını ittirmek suretiyle karşılaştığımız don-atlet oturan  yaşlı bir adamcağıza buon giorno demiş, gizemli kapıların ardındaki avlularından içeri dalarak küçük basamaklardan Madonna figürlerinin titrek mum ışıklarıyla gölgelendirildikleri yerlere çıkmış  ( gülmekten altımıza işiyerek), tekneyle dönerken kendimi rüzgara bırakmış, yaşadığım ve gördüğüm güzellikler içime sığmamış ve tabii aşık olmak istemiştim...

Evet...istemiştim. Ama Axel'e değil tabii...

Düşünüyorum da herşey Axel'in evine adım attığım anda başladı. Ben o eve aittim ama bunu kime anlatacaktım? İtalyan otoritelerine mi? Evdeki eşyalar hayli derin bir kültür ve ince bir zevkle seçilmiş antik parçalardı ve ara ara pencerelerden gözüken nefes kesici manzara ile enfes bir bütünlük içersindeydiler. En uçta adeta asılı duran, denize ve uçurumlu kayalıklara bakan chapel kapının hemen arkasındaki  büyüleyici tablo ile karışarak evin bir kapısını da ulviyete açmaktaydı. Bahçe ise, içi tıka basa dolu, merak iştahlandıran bir "cabinet of curiosities" kadar enteresan, katman katman ve rengarenk bir insanın ruhunun doğadaki tezahürüydü.

Axel'in doktor olduğunu söylemiş miydim???

Evet, ve Capri'ye bir kolera salgını sırasında geliyor. San Michele'yi gördüğü anda o evi hayal ediyor. İnsanların hayatını kurtarmak için vargücüyle çalışıyor. Bir hezar-fen, bir polymath. Kuşlara meraklı, bir sürü köpeği var. Capri adadaki anılarını yazdığı San Michele kitabından sonra meşhur oluyor. Tekinsiz hikayeleri var, bahçesinde bir sabah bulduğunu iddia ettiği granit Sfenks gibi, ya da salgında ölmüş bir rahibenin, yanındaki genç rahibeyi öpmeye çalıştığı sırada- ne yaptığını biliyor mu ki- açılıp ona dikilen korkunç gözleri gibi...

Evet, siz zaten anladınız... küçük bir sorun var...Axel sizlere ömür...(böyle bir adam ancak 19.yüzyılın verimli tarlalarında yetişir...bizdekilerin çoğu hormonlu.)

Ben de bu durumda yapılabilecek tek mantıklı şeyi yaptım. Lütfen Güzel Allahım dedim.. ahanda bu model, bu enerji, bu frekans, böyle ilginç, böyle renkli bir zat-ı şahane...Sen anladın onu:)))

Tabii arkadaşlarım beni hayalci olmakla suçladılar hemen ...döner dönmez kıstaslarıma Sanayii'de bir rot-balans ayarı çektirmemi söyleyip, "ya lord-ya mort" diyerek hunharca benimle dalga geçtiler. Gözlerimi yukarı dikip, "Görüyorsun değil mi dedim, bu bana reva mıdır???  Bir lord gönder de şunların çenesi kapansın. O gün orada olan Katar Emiri'nin yenilen hakkımı ilahi adalete bağlamakla görevlendirilmiş basit bir piyon olabileceği düşüncesi de bir ara aklımdan geçtiyse de bunu doğrusu biraz abartılı buldum. Herşeyden önce Katar Emiri bir lord değildi ki...

Fakat sonra arkadaşlarımın da benden farklı bir durumda olmadığını, Axel'in onların da kalbini çalmış olduğunu günün ilerleyen saatlerinde patlayan fırtına sayesinde anladım. Gece milletin kapılarını çalıp çalıp kaçan renkli arkadaşımız gökte yürüyen şimşekler ve kükreyen gökgürültüsü ve bardaktan boşanan yağmur karşısında, "şimdi Axel'in evinde olmak vardı" dedi...diğerleri de o kadar derin iç çektiler ki, o sırada gürleyen gökgürültüsünün sesi yalıtılmış bir mekandan geliyormuş gibi çıktı. Sonra da partide Maria utanmazca ve herkesin ortasında "o benim aşkım" diye bağırmasın mı...hemen konuyu değiştirdim. Axel'in ölmüş olan aşklarına tahammül edebilirdim (karısı ve isveç prensesi mi, kraliçesi mi, ne: ayrıntıya girmek istemiyorum:)) ama canlılarının böyle mantar gibi artıyor olması tehlikeliydi...

Neyse...göreceğiz bakalım, ben yatıyorum...İyi geceler Axel Munthe, the man who infatuates women beyond the grave...bu arada San Michele harika bir kitap, ölülerin arkasından konuşulmaz ama ben Munthe'u biraz sexist ve snobish buldum...bana gelen model bu konularda daha refined olsun:)))

(Bir prenses olmayabilirim ama saray kültürüm var...ve üstelik bir astrolog bir hayat önce prenses, iki hayat önce de saray büyücüsü olduğumu söylemiş, yakın arkadaşlarım bunu çok revealing bulmuşlardı:)))))

Friday, 20 July 2012

Eyvah, ben bir bağımlıyım....



Kabul etmiyordum bağımlılığımı... ta ki küçük sıpa bana anne bacağındaki marshmallowlar çok komik diyene kadar...
Acı acı sustum, intikam soğuk yenen bir yemektir, sabırla ergenlik dönemine girmesini bekliyorum...o zaman sivilcelerden, pıtrak vermiş göğüslere, oradan ver elini kilolara kadar geniş bir yelpazede hareket edebileceğim:)))
Ama doğru, deniz nasıl kuzucuklanıyor, benim de üst bacaklar yer yer marshmallow, bir de pis ayva göbeği gene mutedil marshmallow'lu...
Hergün bisikletle kan ter içersinde tur yapıyorum üstelik, kahretsin!!!!
Ama biliyorum ben kendimi, günahımı...
O Frenchpress'de yaptığım misssss kokulu Starbucks kahvesi işte (hani altın renkli olan)
Artık ellerim titreyerek hazırlıyorum, gitgide doz arttırıyorum...
Üstelik yanında adı diyet kurabiye diye beşer, onar götürdüğüm kurabiyelere ne demeli???
Ahhh ama pişman değilim, yazarken bile ağzım sulanıyor.
Ve işte kahve hayvan gibi selülit yapıyor...
Bugün bu acımasız marshmallow teşhisi üzerine adeta koşarak gidip kahve almama, içerken hiç de güven telkin etmeyen bir sesle bu son- bu son valla artık bırakıcam diye sayıklamama ne demeli???
Aklıma sadece Alcoholics Anonymous geliyor,
Hi, I am Yasemin, I am an addict, böhöööö....

Sunday, 1 July 2012

to be or not to be...

should I write that mail or not...hımm...


what I have noticed is that it is irrelevant:))
I love you very much
And it is so great that nothing could take that richness and magic away from me:))
Thank you, thank you, thank you:)))

Sunday, 10 June 2012

Mirror, mirror on the wall...

I face the mighty mirror and ask: " Mirror, mirror on the wall, tell me what is the source of that fair and firm belief in my core" and the noble mirror glitters as He answers, "it is you my powerful Queen, your source is your core, and can you ask for more?"
I simply can not...
There is this belief so serene, so sublime, so patient, so sure, so axiomatic, so unshaken...
I find myself on and off questioning, inventing impossbilities and  the unspoken and unuttered yet the loudest ever answer is crystall-clear everytime: it is and  it will be...all that you think as barriers are irrelevent everything will work as a cooperative component and time is a non-issue...
It is very well known that you desire this down to your very bones.

Saturday, 9 June 2012

weekend of decadence

saldım çayıra, mevlam kayıra. bu kadar güzel bir söz olabilir mi??? ben iki gündür saldım. vücudumu:)) halbuki vücudum çooooook tatlı intikam projemin önemli bir parçası.muhohaaaa....ormanda avlanan vahşi hayvan vücudu gibi kıvrak ve atak olmalı ama şu anda çubuklu pijamasıyla televizyon seyreden löpçük teddy bear kıvamına doğru ilerliyor hızla. ve benim umurumda değil. çünkü bu haftasonu is the weekend of decadence. şu aptal makaleyi bitirene kadar her türlü, her miktar çikolata, (ha bir de çikolata çok tatlı geldiğinden ekmek arası yiyorum ben) en yağlı ve tuzlu patlamış mısırlar serbest...kahve eşliğinde: selülit kokteyli...Ama bu sıkıcılıkla başka türlü başa çıkmam mümkün değillll. bir nefes boşluğu açmak zorundayım, bir renk, bir tat, bir doku...
Pazartesi çukulata ve tatlı hayatımdan çıkıyor ve zaten ada ve yürüyüş ve bisiklet ve v.s...
Ama Pazartesi güzel olmak zorundayım hımm...nasıl çözeriz bunu, şöyle: bu yaşlarda bir dirhem et bin ayıp örtmekte . o zaman dikkat oraya çekile, uzun ve püfür püfür bir etek giyile...onun üstümde kalacağına emin oluna:))))))) böyle bir eteğim vardır umarım ki...üst taraf zaten şahane...
bu yaşların bir güzelliği de şu, ay bunu da kendime dert edemem halet-i ruhiyesi ki bayılıyorum...
neyse yediğim çukulatanın hadd ü hesabı yok, hakkaten yok. Bunlar bana hızla selülit, sivilce ve ayva göbek olarak geri dönmüş durumda. Hızla çünkü kahve bütün o vıcıkları vücudumda adeta bir Prusya askeri disipliniyle tutuyor...
Neyse hakkıyla bir decadannt week end geçireyim de....dibe vurunca yukarı çıkmak daha zevkli olur ve dipten güç alırsın vs...
acaba akşam ne yesem...
işte böyleaaa...

Friday, 8 June 2012

Butterflies fly

Now  is such an interesting time.
 For a long long time very strong passion and desire has been flowing through me...or in other words life has been flowing through me. To be burned and reborn from your ashes...it gets easier everytime and carries you far...time of stark contrast, let's say...
I was surely a strange child, I have always prayed for power...what does a little girl mean when she uses that huge word, power. What she meant has changed over time and it becomes clearer and clearer to her each and every day. And as it gets clearer we are becoming one. The road to power for sure, now I am sure, goes through the valleys of love, gentleness and kindness. The other forms of power that life has cause me to witness have all come tumbling down. They were weakness in disguise.
This period has triggered a list, a long and delicious list that I want to manifest. That is simply being alive, sweet butterflies fly around in delight as I imagine myself in the doing and having of all those things...I want my liberty, freedom now more than anything and I want to flirt and play with this wonderful world and nature...I want to teach this spirit to my daughter. I want her to take birds and butterflies seriously:)) I want her to be able to tap her inner worth easily...I want her to know that we are from a family of witch women and she knows:)) She only has to look inside...
I love this journey, it is sooooo delicious. I am sooooooooooooo thankful.
Now this summer I will be the Indiana Jones of Osman's dream, I will walk through the magical forests, dangerous dungeons, delicios stories, portrayals, myths and mysteries of the Empire, making delicious connections as I walk...I, with two of my dear friends that share the common iamginative currency with me...I am so lucky...
There is grace in surrender...I will just take my cosy and comfortable seat and watch all the things that will take place, fully believing that manifestations will be much more delicious and wonderfull and sunjoyfull that my wildest dreams...
Power is in the now:))

Wednesday, 25 January 2012

carrot intention

Hımm...just introspecting...there is something dry and joyless inside. It is just like the remaining frozen part of a meat that has been left to defrost. You know deep down there, solid, hard, dry...frozen işte. And it has a connection with the corners of my mouth, it keeps them down and of course another connection with the stone in my throat that does not let me swallow. It is not all that bad, but it is not all that good either. It is like Rameau's clavecein piece..the one I regard as the most successful depiction of autumn.

But it will change, the wheather will change, the frequency will change. It is a time of contrast and I have so many new intents. I will let life flow through me.


And my carrot intent- the major one, will come to me.


There will come a day when I will be the dominant intention of my carrot intention.