Sunday 8 November 2009


Kayıp. Acı. Garip... ferah bir acı. Çünkü hep ama hep- bir tek olay dışında- güzel şeyler hatırlıyorum. Acı, artık olmadığını, seni görüp, koklayamayacağımı algıladığımda buruyor ve yakıyor. Sonra gene güzel güneşli anılar rüzgar gibi esip biraz ferahlatıyor.

Dünyaya beni mutlu etmek ve rahatlatmak için gönderildiğini düşünmek bencilce ve over-reductionist. mi?? Ama inan bana sana her baktığımda gevşedim ve gülümsedim ben, hatta hatırladığım zaman, ismini söylediğim zaman kuyruğum sallandı benim patır patır. Nasıl sen beni her gördüğünde (düzeltiyorum: canın istediğinde) kuyruğunu salladın, benim de seni her gördüğümde kuyruğum deliler gibi sallandı işte...

Biliyormusun Prenses Mononoke'de ormanın ruhu vardı, işte sen de adadaki bahçenin ruhuydun...ruhusun benim için. Bilmiyorum adaya geldiğimde bahçedeki o boşluğa nasıl dayanacağım...heryerdesin, her köşede...O güzelim patilerin, o tatlı bambi yüzün, koca kulakların, mis gibi kokun...nerede şimdi...benim güzel oğlum nerdesin şimdi...

Seni ilk kucağıma aldığım günü hatırlıyorum, kulağında 018 damgası. Arabamın vites koluna kusuşunu, kafanda yılbaşı süsleriyle yan bakışını, sadece koca pati ve kulaktan ibarte olduğun günleri, güneşin altında neşeli geyik gibi hop hop koşuşunu, karınla keyifle kertenkele avlarınızı, rıhtımdan jet gibi denize atlayışını ve son son tutmayan arka ayaklarınla nerdeyse sürüne sürüne peşimizden heryere gelmeye çalışmanı...herşeyin, her güzel şeyin içinde sen de varsın işte...

Koca kurt, söyle kızıma nasıl anlatırım gittiğini???

Sen ki kızım ürkmesin diye dakikalarca kıpırdamadan durur, kendini sevdirirdin. Sen ki kızım gelince bir neşe kelebeği olurdun. Kızım kozalak yerine havtopu dedi uzun zaman...

Ya ben kendime nasıl anlatırım gittiğini??

Hepbirlikte yan plaja geçince duvarları aşıp geldiğini, geri götürülünce bu sefer denize atlayıp yüzerek geldiğini, herkesin jaws geliyormuş gibi kaçıştığını, sonra birinin sırtıma pıtpıtlayarak pardon bu sizin köpeğiniz mi diyerek su samuru gibi denizden tatlı talı gelişini işaret ettiği, gülmekten kırıldığımız o günü...

birbirimizi çok özlediğimiz o yağmurlu günde burnundan şıpır şıpır damlalar akarak kapımın önünde oturduğun, inatla sırımsıklak olduğun ve tabii eve alındığın günü mü...

tekneyle giderken arkamızdan denize atladığın, inatla açıldığın ve eyvah bu geri dönemez boğulur diye seni itiş kakış denizden tekneye çektiğimiz günü mü...

yoksa bebekken seni tekneden denize attığımda direkt sahile yüzdüğün, seni almak için çöplerin, terliklerin, bin tür pisliğn arasından yüzdüğüm ve tam tekneye dönerken ağarlık yapmayayım diye zodyaktan atladığımda denizden o kadar kormana rağmen peşimden atlayıp ve fakat beni kurtarmak yerine tekrar pis sahile yüzdüğün günü mü??

Hangisini unutabilirim.

Ama en çok ilk eve geldiğin gün aklımda. Koca yelken kulak, koca pati bebek yatağımın yanına kıvrılıp yatmıştın. Sonra gece ben tuvalete kalktığımda benimle kalktın, çekingen adımlarla beni izledin, tuvalet kapısında beni bekledin ve ve benimle adım adım geri döndün. Sonra yüzüme baktın: içimden bunlar geliyor ama doğru mu emin değilim, böyle mi yapmalılıyım der gibi. Evet dedim ve kocaman sevdim seni...O günden beri hep adım adım peşimizdeydin, sürüklensen bile...

Bahçede elim üşüyecek. Yanyana ne çok güneş batırdık, ne çok fırtına seyrettik, ...Bu yaz sona yakın olduğunu bilerek ne çok öptüm, kokladım seni...Tanrım, 14 yıl ne çok şey paylaştık sevgili oğlum...

Bizim köpeğimiz değildin sen. Evin esas sahibiydin ve ne güzel ağarlıyordun bizi yazları, yıllarca ne güzel korudun, ne kadar güvende hissettirdin. Gideceğimizi anladığında ne çok hüzünlenirdin. Hürdün, yarı kurttun. İstediğin zaman sevdirirdin kendini, bir kere sana verileni geri almak mümkün değildi, hırr ediverirdin. Özgürdün, hiç zincire vurulmadın...

Seni en çok rıhtıma taşan lodos fırtınasında, buz gibi havada dirseklerine kadar denize girmiş koca taşları koca pazularınla iterek oradan oraya sürükler ve neşe içinde havlarken hatırlayacağım.

Yanında olamadığım, hasta olduğunu bilmeme rağmen bir türlü gelemediğim için çok özür dilerim. Seni son bir kez görmek yaptığım onca saçma sapan şeyden ne kadar daha önemliydi oysa ki...Bayramın son oduğunu, sonun bu kadar yakın olduğunu konduramadım. Bütün bular bahane değil, çok özür dilerim..

Yuvanda kıvrılıp uyumuş, bir daha uyanmamışsın oğlum...İçimi rahatlatan şey ,sen ne düşünürsün bilmem ama, uzun, güzel bir ömrün oldu, veteriner yüzü görmeden 14 sene yaşadın and above all çok, pek çok sevildin... Huzur, mutluluk, ışık, sevgi içinde ol...

Bizi çok ama çok mutlu ettin. Çok teşekkür ederim canım Rolfim...

2 comments:

Tanya's said...

Yolu ışık olsun..adaya her gittiğinde sen kuyruğunu salla yine..Rolf görür yukardan..belki benimle arkadaş olur cennette..

İçim buruldu bir acaip oldum Yasemin...o kadar başka bir sevgi ki..

yaseminwonderland said...

Tanya'cım
Ne kadar haklısın. O kadar başka bir sevgi ki. Küçük bir kız çocuğu en sevgili ayıcığına sarıldığında nasıl pürüssüz mutlu, güvende, sıcacık hissederese öyle her daim iyi eden, iyi gelen bir 1 sevgi...
Tamam ben gene kuyruğumu sallicam adada, bir o yana, bir bu yana:))
Genç karısı da kaldı mı bir başına!!!