otuz yıl sonra olma ihtimali büyük olan çok kötü birşeye üzülmek mi....
misal: kızımın çok sevdiği dünyalar tatlısı arkadaşının ailesinde çok ciddi bir beyin kanaması genetiğinin olduğunu öğrendiğimden bu yana içim eziliyor. ya babasının başına gelenler bu dünyalar tatlısı çocuğun da başına gelirse...hatta ya daha erken olursa sa sa sa....what if, what if, what if...
cılız bir ses cevap veriyor, ama içimdeki burguyu iyi etmeye muktedir değil:
otuz yıl, çok uzun zaman...kimin bu kadar zaman içerisinde yaşayacağını garanti edebiliriz ki ölmesinden korkalım. hem tıp gerçekten o kadar hızlı ki o zamana bu sorun çoktan çözülmüş olur, tam çözülmese bile bugünkünden çok daha az hasarla atlatılır...hem annesinin genlerini almıştır belki...
hayır, işkenceci ses daha baskın. olmamış olan şeylere üzülmeye, endişelenmeye daha mütemayil. yara buldumu parmaklamaktan imtina etmiyor.
Acı fetişizmi mi.. hem ailevi, hem kültürel, hem de milli bir görgü mü ..genetik bir otomatik mi???
Muhtemelen yukardaki bütün şıkların topaçlaşmış hali...
Yoksa şimdi olan yada taze taze olmuş olan minik iyi şeylere sevinmek mi...
misaller: ekmek makinası bozuldu sanmıştım, bozulmamış...küçük ama bozulsaydı tamirci sarmalına girecektim, canım sıkılacaktı.
tez konumla ilgili bir dostun beni düşünerek üstelik son derece ince bir şekilde çok önemli kaynaklar göndermiş.
ya yediğim nefis ballı yoğurt, şam fıstık, içmekte olduğum açık çay (bardak da Alev Ebüziyya)...
O tatlı çocuğun şu an hayatta ve keyifli olması, üstelik babasının da bin türlü badireden sonra şu veye bu şekilde hala yanlarında olması.
Ben bunları yazarken dahi tıbbın ilerliyor olması.
Şu tatlı kuşun keyifle cıvıldıyor olması...
Budist bir rahip çok yaşlanmış, ölmek üzereymiş. Bunu bilen müridleri etrafına toplanmış yaşlı bilgenin. Fakat rahibin aklı daha henüz gelmemiş olan tek müridindeymiş, sürekli onu sorar dururmuş. Herhalde söyleyecek pek önemli şeyleri var diye düşünmüş etrafındakiler. Sona çok yaklaşıldığı bir anda gelmiş beklenen mürid. Hemen ustasının yanına gitmiş. Yaşlı bilgenin gözleri parlamış. Meğer müridinden çok sevdiği bir pastayı ısmarlamış, onu beklermiş. Keyif içinde ,ağzını şapırdatarak yemiş pastasını ölüme uzanmadan önce.
Evet bes dakika sonra öleceğini bilerek bir pastayı heyecanla beklemek ve keyifle mideye indirebilmek. Şu andan bu gözlerle bakıldığında gerçek bilgelik ve güç buymuş gibi geliyor bana...
Sonuç: Allahım sen hepimizin çocuklarını her türlü kötülükten koru...
Allahım sen hepimizin iç sesini kuş cıvıldaması kadar neşeli, ılık bahar rüzgarları kadar ferah , öğlen güneşi gibi pırıltılı, bulutlar gibi beyaz , yumuşak ve yargısız, yunuslar gibi oyuncu, mutlu , aydınlık, eğlenceli ve tabii mümkün mertebe etrafa zararsız kıl.
Monday, 30 November 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
3 comments:
Bende genetik çöplüğüm..ama insanın cocuğu olunca farklı bir pencereden bakıyor demek dünyaya..
Önümüzdeki yaz adalardan birinde konuşalım mı bu konuyu?..bugün beni aşar..
Ay yok:)) Ben bekleyemicem yazı. Haftasonu kış-ada ziyaretlerinde veya karşıya geçtiğim bir zaman çaldırıcam seni... müsaitsen buluşur...konuşuruz güzel şeylerden...
Bakma bu yazıyı yazarken kötü bir günümdeydim yoksa genetik sorunlar takır takır aşılıyor artık,: büyükdedem elli yaşında şekerden vefat etti, anneannem günde iki kez iğneyle seksen küsür yıl yaşadı, şimdi şeker hastaları iğne yerine sprey kullanıyor, yakında zaten şeker hastalığı kalmayacak...
Duaya, tıbbın ilerlemesine ve kendine iyi bakmaya inancım sonsuz:)))
O zaman beklemeyelim hadi yazı:))
Post a Comment