Ah ne hoş...
Dün Brideshead'i seyrettim. Sanki kolumda bir serum vardı da vücuduma damla damla saten bir keyif yayıldı. Ya da acaba kadife miydi keyifin dokusu, rengi de... hımmm...yosun yeşili mesela ???
Filmin sonunda şöyle düşündüm: konu belki klişe ve hatta tutarsız ama ne fark eder...filmin meselesi konu değil ki: Filim hassas, hasarlı ve fakat zeki, müstehzi ve ihtiraslı ruhların, dekadant dolayısıyla tanrılar katında yok olması uygun görülmüş bir güzelliğin, elegansın, kristal inceliklerin, yedirenkli yansımaların peşinde. Bunu da pek güzel başarmış. En sıcak ve güzel ışığını artık hafif kırpışarak veren ve II. Dünya Savaş'ında sönecek art nouveau bir chandelier. Gibı.
Filim Oxford University, Brideshead denen harika yer, Venedik, ve Fas'ta geçiyor. ve bir de o vintage transatlantik ...Anlatabiliyormuyum???
Şimdi ben de bu evin biraz daha miniğinde yaşayabilirim. Şömine karşısında uyuyan - hayır, kraliçenin o minik köpeklerinden istemem- koca koca, eşek kadar bir dolu köpeğim olur. Elbette, atlarım da...ahhhh... ve ben hergün o yeşil çimenlerin ve ormanların içinde dört nala ata biniyor olurum- yağmur, çamur demeden. İlginç arkadaşlarım (atla ) high tea'ye gelirler ve tabii ki ben de kalırlar, west wing, east wing farketmez:)). Birde koskocaman, tapınak gibi bir kütüphanem olur, iki katlı, binlerce kitap, çoğu first edition. Kütüphanemin ortasında kocaman bir globe...sıcak, maceralı seyahatleri planlamak için, ya da elimi rastgele nereye koyarsam plansız programsız oraya zıplayabilmek için, tamamen halet-i ruhiyeme göre...
Öyle mücevher istemem, şık pahalı, marka kıyafetle ilgilenmem (yani birkaç tane olur tabii vereceğim çılgın partiler için, keh keh),hele çanta umurumda olmaz, arabamın markası filan da beni bağlamaz...(zaten at var ya)...
Yani bunlar çıkarıldığınde gene de çok şey mi istiyor oluyorum???
No comments:
Post a Comment