Tuesday, 31 March 2009

DEVEYE HENDEK

Konu devesi benim, hendekte Osmanlıca, atlatma eylemini gerçekleştirmeye çalışan deve sahibi de gene benim ne yazık ki... Yani bir dilin yazı formatı bu kadar mı çetrefil olur, pes! Tabii yıkılır bu imparatorluk, savaş talimatnameleri bile yanlış okunup, yanlış harekatlar yapılmıştır, benden söylemesi.
Hadi matbu yazı okuyorsunuz diyelim...yetmez çok iyi vezin bilmeniz lazım, yoksa vahim hatalar yaparsınız. Diyelim vezini de öğrendiniz oldu mu..tabii ki HAYIR...şimdi de rika formatını öğrenmeniz lazım, yoksa nasıl elyazısı ve dolayısıyla arşiv belgesi okuyacaksınız...peki, bu sınavı da başarıyla geçtiniz oldunuz mu, tamam mıdır...Ne kadar safsınız, bazı belgeler ve yazılar divani yazıyla yazılmıştır ve harfler süsten püsten gene tanınmaz hale gelmiştir. Ya sabır dediniz, affedersiniz merkebler gibi çalıştınız, bunu da başardınız. Hahayt gülerim size, bakalım diplomatik yazı türü olan siyakattan bir şey çakabiliyormusunuz...Hadi imkansızı başardınız, allame-i cihansınız, yukardakilerin hepsi maşallah şakır şakır, gene de her değişik ve biraz kötü yazılmış elyazısında sallanırsınız...
Huysuz ve tatlı ve cok değerli hocamız Yücel Hoca'ya sordum, hocam niçün bir türlü olmuyor deyyü...o da bana oryantal öğreneceğime oturup çalışmam gerektiğini söyledi...Ha, orada durun hocam dedim ...daha önce yogaya gidiyordum, baktım ki gereksizce Sanskritçem ilerliyor, ben de artık oryantale gidiyorum ki Osmanlıcam ilerslesin dedim. Sanırsam benimle gurur duydu:))

Saturday, 28 March 2009

BAŞLIKSIZ

Resimler geldi bugün...
Restoran olmuş eski evimizin...
Çocukluğumun cennet bahçesinin...
Ben gitmeye cesaret edememiştim oysa ki babam gayet rahat gidebildi bir zamanlarki baba evine...
Ben korktum, babannemin sesini duymaktan, cocuklugumuzun kahkahalarının çınlamasından, anıların her adımda karşıma çıkmasından, Max'ın ve Fifi'nin yerinde yeller esmesinden, yaseminlerin, o kocaman manolyanın yada mavi çamın kesilmiş olmasından...
Korktum boğazıma birşeyler düğümlenmesinden ve ağlamaktan..
Boşuna korkmuşum!
Ev o ev değil ki bambaşka bir yer olmuş...
İnanamadım, nasıl böyle bozulur o romantik ev ve neden???
Gebze taşlı, çift merdiven inerdi aşağıya aralarında da mermer çeşme. Bu zarafete bir de zaman dokunmuştu, herşeyin sivriliği yumuşamış, oturmuş ve sarmaşıklarla gizemlenmişti.
Şimdi lönk diye tek, sakil bir merdiven iniyor, çeşmeyi de yok etmişler..
peki ya babamın narsis ektiği, iki basamak merdivenle çıkılan kucuk bahce..beton dökmüşler üzerine...
dedemin gulleri, hercai menekseler??
evin içi dişi heryeri böyle yara bere, beton, içinde
utanıyordur şimdi eminim ...
bir de adam babama demesin mi 'görüyorsunuz eve pek dokunmadık' diye
babam gülmüş sadece, nerden başlasam nasıl anlatsam şarkısını söyleyecek hali yok tabii...
Bir güzellik daha kayboldu gitti, yerini sakile bırakarak...
Who cares???

Saturday, 14 March 2009

ORYANTAL


Eveeet,

Terazi burcuyum ve çok dengeli bir insan olmakla övünmüşümdür hep...P)))

Mesela uzun süredir huşu içerisinde yogaya gitmekte ve kendimi çok saygın bir adet nirvana aday adayı zannetmekteydim...P)))

Yok, ama hiç birkaç ay kurstan sonra bir de Hinistan'a gider orada cilalanır, hoca olurum, guru olurum diye de havalanmamıştım . Böyle bir güruh var şimdi, çok moda bu light- spiritüel kariyerler!!!. Ayrıca birsürü insan gerçek mistik felsefelerinin mantığının aksine bunu bir new age ego patlatıcısı olarak kullanıyor. Belirtmeden geçemeyeceğim bu hanımlar genelde zengin beylerin eşleri veya kızları ... Aynı anda hem fitness, hem spiritüellik (sadece bu dünyada değil, öbür dünyada da bir V.I.P konumu), hem semi-işkadınlığı, hem de ruhen neandertal kalmış çoğunluğa tepeden kuş bakışı...alles inklusive ve hepsi birkaç Hindistan seyahati uzaklığında...

Yok, bu işe gönlünü kaptırmış, emek vermiş, hayatını vermiş, budist felsefeyi hatmetmiş ve bilgisini geliştirmeye devam eden, olaya sadece ego tarafından yaklaşmayıp, hakikaten iyi niyetle/yardımseverlikle yapan ve birtakım güzel öğretileri sadece havalı sanskritçeyle tekrarlamakla kalmayıp, hayatında uygulamaya çalışan insanlara saygım sonsuz...ve elbette bunlarin içinde hali vakti yerinde insanlar da var, negatif sınıf ayrımcılığı yapmak değil amacım...

Ayrıca hayatı elinin tersiyle itip, dağa çıkabilen ve orada , beyninin içindekilerle başka bir hayat kurabilen insanlara, münzevilere, iyice mistik tasavvuf damarına hayranlık duymuşumdur hep...Allahın varlığıyla sarhoş olanlar ...İbni-Arabi'ye göre iki gözüyle görenler yani sarhoşluğu (sukr) ve ayıklık durumunu (sahw) ve dünyevi mantığı dengede götürebilenler...

Pardon, nereden nereye...gene laf karıştı

Demem o ki, çok esneğim ya her hareketi yapıcam diye 8 olmaktan, olayın doğasına aykırı birtakım dünyevi hırslardan sıyrılamamaktan ayıptır söylemesi beli haşat ettik...ben de bana benzer bir arkadaşım da...demek ki ruhen daha bizim yaklaşık 45 fırın ekmek yememiz lazım.
Bir de benim hayatım gir arşive, kapan kütüphaneye, koştur derse, savrul çocuk doğumgünü partilerinden envai çeşit kurslara temposunda geçmekte...yani bir MNC yada CEO temposuyla kasılıp durmuyorum...

Saded; Ben de baktım olmuyor bu yoga hayatımın bu aşamasında, kendimi benzer bir aktiviteye vereyim dedim veeeeeeeee oryantal dansa başladım, heh heh..

Hoca bize diyor ki, siz kraliçelersiniz şöyle dayanın tahtınıza, o biçim dalgalanıp, fıkırdıyoruz. Ama esası çok iyi, çok kafa arkadaşlarız ve birbirimizi o hallerde görünce gülmekten katılıyoruz...

Oh...ihtiyacım olan da bu!!!!
P.S :Kızıma da öğreticiim, bir anne kızına daha yaralı ne aktarabilir ki...

Saturday, 7 March 2009

SELIM THE ÜÇ ve AMİRAL NELSON




Bugun III. Selim'e gittim Topkapi'da. Sagolsun Zat-i Sahane muthiiis karsiladi beni...Yanliz dedim ki : Devletlu Sultanim acaba kaloriferleri yakabilirmiyiz, donmak uzereyim de...Ilhami mahlaslı durur mu, haklı olarak, yanmak fiilinin mecazi manasına garkolarak buyurdu:

"Bu cihânın devletine eyleme zerre tama'
Pek sakın İlhâmî zirâ bî-vefâdır saltanat "

Evet, III. Selim'in bu siiri karsiliyor insani muze kapisinda. Eh...son bilindigi icin de bir urperiveriyor insan, zaten cok da zor olmuyor bu, zira muze buzzzzzzzz gibi...
Ama müzenin benim için ennn hot parçası sudur: Napolyon hafiften! Mısır'a filan bulaşmaya başlamıştır. Onun bu genişliği ve mazallah İngiliz tacının mücevheri olan Hindistan' doğru meyletmesi no nonsense İngiliz zevatını fena gıdıklamaktadır. Ayrica III. Selim'de kendi sariginin mucevheri sayilabilecek Misir'in kapisinin davetsiz misafir Napolyon tarafindan israrla calinmasi karsisinda gergef gibi gerilmistir. Coook kısacası, nefes nefese geçen bir seri deniz savaşından efsanevi Amiral Nelson yani İncilüzler galip çıkar , Napolyon kos kos Misir'dan uzaklasir, zaten onun icin sonun baslangici baslamistir. Şimdi III Selim, haklı müteşekkirliğinden olsa gerek Amiral Nelson ve başlıca saz arkadaşları için şeref nişanları hazırlatmış. Ama madalyalar an itibarıyla müzede durmakta...ne oldu acaba...Nelson bu madalyaları gelip almaya tenezzül etmedi mi, peki o zaman bunlar kendisine gönderilemezmiydi çünkü sanırım birtakım hediyeler (mücevher galiba) gönderilmiş kendisine...what happened demek istiyorum sayın seyirciler, WHAT happened....
Hımm...kapı çaldı, sanırsam mesafirler...
Düzeltme; küçük araştırma sonrasında ama kaynak internet yani akademik Rankeesque kesinlikten uzak, bilesünüz...
Şimdi, cevap şapşal kuş bendenizin tepeye koyduğu yakışıklı Nelson resminde gizli imiş...Nelson'un hilalli madalyalası ve şapkasındaki mücevher parçası!!! İlhamı'nin hediyeleriymiş, kaynağımın yalancısıyım...
Ama, ama müzedeki gösterişsiz madalyalar , onlar niye orada ki...
hımm, gösterişsiz oldukları için mi...
BYE

Thursday, 5 March 2009

MIRIL MIRIL

Bizim kedimizin adi kedi. Koydugumuz her isim uzerinden akti gitti. Cunku o tam bir kedi, idealar dunyasindaki tekir'in ta kendisi.
Simdi ben bu yaza kadar kopekciydim. Hem de ne kopekci. Kurt ve kangal ve bilge sokaklar disindaki hicbir cins beni kesmez hale gelmisti. Boyle hukumet gibi kopek olacak, ele gelicek, sonra saadetlu, devletlu, hasmetlu olucak...ki ben onlari bile mincirirken vikletmeyi basarirdim.
Sonra yazin cok fena, cok fena birsey yasadim. Anlarsiniz, eve getirmeyecek olsam zaten olucek (mi) olan zayif, hasta, minicik bir kedi, bana sokulan, siginan... acik unutulan bir kapi ve kennel kilidi ve kocaman bir kurt kopegi. Bir kocaman gun AZAP cektim, ben mi unuttum kapilari acik diye. Allah bana acidi... kediyi sevmek istemis olan bir misafir cocukmus iste...ne yaptigini bilememis... bu benim sucumu/sorumlulugumu azaltir mi, kapiyi kapatip kapatmadigimi bile hatirlayamamisken. Hayatim boyunca icimde, aklimda biryerlerde olucak agarlıgı...
Ustelik biz o tatlı, minik kediyi ne kadar cok sevdik...
Kizimin yaninda ilk kriz yonetiminde cuvalladim ve avaz avaz agladim ve aslinda doganin o sekilde kodladigi zavalli yasli kopegimi feci sekilde dovdum, boylece icimdeki canavarla da karsilastim...aramizdaki ask ki ,ben ona bayilirdim, tam da onun sefkate ihtiyaci olan bir donemde sondu. Elimde degil...
Neyse, bir arkadasim yavru bir tekir buldu sokakta, annesiz. Evinde de kopek var. Ben aldim onu, Allahim ne olur, emanet aldigim cani korumama yardim et, yuzumu kara cikartma diye diye..Kedi asla kopeklerin oldugu yazliga gitmeyecek. Yazin Istanbul'da agabeyimde kalacak...
Sonuc: Ben bu kediyi cok sever oldum. O denli tatli ki.. Merakli, yaramaz, isini bilmis..edepsizin teki. Bir de yumusacik. Eh! Evde herkesin el ayari kurt kopeklerine ayarli, zavallicik cekiyor bizden, hunharca seviliyor...
Demem o ki ben hala kopekciyim ama kedi milletini de cok sever oldum:)))

Tuesday, 3 March 2009

KAGIDIN TARIHI VE KIRLI DONLAR


Bir bakalim...

Mehmet Genc Hoca'nin masasında bır arşıv günü...O rotanin olmazsa olmazi : Kıtapevınden alısverış. Kızıma daha önce görüp beğenmış olduğu 'Türk Bilmeceler Hazinesi" kitabını aldım. (Bu arada Kitapevi'nin bastigi kitaplari Sultanahmed'deki yerinden alirsaniz yuzde elli indirim yapiyorlar)...sonra koştur koştur Osmanlıca...

Bir kızım yok mu..var tabii ama en müthişinden bir de annem var. Dokuz gibi döndüğümde kızım coktan yatağına yatmis, gul yastigina dayanmisti, optum gulguzeli ve uyudu.

Simdi bugun beynim neler yedi, blogumun coook yan ismi olan bir tez anatomisinde hangi asamadayim..

Konumuz cok fantastik bir konu olan kagidin Avrupa'daki masali ...Kaynagimiz Lucien Febvre

Simdi kisaca kagit Avrupa'ya onikinci yuzyilda giriyor ama populer olarak 14.yy'da kullaniliyor.(Kagit cin Cinlilerden Araplar vasitasiyla getiriliyor) Ilk olarak Italya'daki dokumanlarda yeni tip bir parsomen olarak tarif edilmis. O gune kadar kagidin yerine parsomen veya vellum denen hayvan derisi kullaniliyor. Tabii daha matbaa kesfedilmediginden henuz el yazmalarindarindan bahsediyoruz. Vellum elyazmalari icin uygun ama matbaa icin problemli; birkere cok fazla murekkep emiyor, en pahali vellum olan dana derisi gerekiyor ve kucuk bir kitap icin bile cok fazla miktarda deriye ihtiyac var. (Kucuk Gutenberg Incili icin 170 deri gerekiyor).

Halbuki artik 13 yy'dan itibaren yazi manastirlardan cikip; universteler, gitgide yukselen ortacag burjuvazisi ve yeni yeni olusan sehir kulturu icin gerekli. Burokratik ihtiyaclar ve bireylerin ihtiyaclari kitap talebini gitgide sisriyor.

Febvre'nin argumani su: Matbaa teknolojisi Gutenberg'den once de hazirdi (kuyumcularin buyuk katkilariyla) ama eksik olan sey kagitti. Kagit ilk ciktiginda yer yerinden oynamadi, uzun bir sure onemli ve arsivlenen dokumanlar icin daha saglam olan vellum, narin ve dayaniksiz kagida tercih edildi. Hatta kagidi ,resmi dokumanlar icin yasaklayan kanunameler cikartildi.

Ve fakat, kagit uretimi once agir adimlarla sonra jet hiziyla artti.

Ilk kagit degirmenleri Italya'da Fabriano (Gentile da Fabriano'nun koyu) bolgesinde basliyor. Daha sonra Cenova ve Venedik'e yayiliyor. Oradan Fransa'ya...ozellikle unlu panayiri olan Champagne'ye. Champagne yillarca Ingiltere'nin Almanya'nin ve Avusturya'nin temel tedarikcisi oluyor.

O donemlerde bir kilo kagit icin 2000 litre su harcaniyor. O yuzden ve tabii ki degirmen gucunden yararlanmak ve bir ticari meta olan kagidi transporte edebilmek icin degirmenler nehir, liman, ticari merkezlerin kesistigi noktalara kuruluyor.

Suyun kalitesi de cok onemli, kirli sular kagida renk veriyor cunku...

Peki kagit neden yapiliyor... milletin eski keten iccamasirlarindan ve pacavradan tabii, keh keh...eski bir kitabin sayfalarini cevirirken onun bir zamanlar bir totyu isittigini unutmayalim...Iyi kagit elde etmenin bir suru de kurali var, yok eski pacavra'yi yenisiylen kullanmayacaksin filan.

Iste efenim o nedenledir ki kagit degirmenleri kenevir ve keten ekilen tarlalara da yakin olmali...

Ahh...pacavra toplamak ne buyuk kavgalara sebep oluyor. Bir ara pacavra ithalati yasaklaniyor, 18. yuzyilda...

Ancak 1860'da seluloz teknolojisi geliyor da, milletin kirli camasirlari ve tabii bizim parmak uclarimiz kurtuluyor ...
Oggggggggggk demeyin, medeniyetin temelinde kirli donlar var...belki de o yuzden bir turlu toparlanamiyoruz:))))))))