Dün maçzedelerden biri olmama ramak kalmışken bunu bir hareketle keyife çeviriverdim:))
Kızımın Annie müzikalindeki ilk başrölünü, sahne üzerindeki hakimiyetini, çoşkusunu, anadili olmayan bir dilde hakimiyetini gözlerimde gurur ve şevinç gözyaşları titreyerek seyrettikten sonra, ex-kocam, harika ve çok sevgili ex-kayınvaldem ve pederimle sıcacık bir aile yemeğinden sonra, Göztepe'de gene çok sevdiğim bir arkadaşıma gittim.
Hemide çabucacık: Ortaköy'den taxi-Beşiktaş'tan Kadıköy'e vapur- Kadıköy'den Haydarpaşa'ya on dk. keyifli yürüyüş- hayatımda ilk defa Haydarpaşa'dan trene bindim ve inanılmaz ama gerçek Göztepe'ye tam 10.dk'vardım:))) Ben rahat ve püfür ve hızla trende ilerlerken pencereden gözüken trafik hakikaten şizofrenik boyuttaydı. Milim milim ilerleyen, dipdipe milyonlarca araba.
Neyse...tabii ki sohbet, keyif derken saat geceyarısını vurdu yani maçın bitmesine on. dk. kaldı ve benim çok daha önce düşmesi gereken jetoncuğum o anda düştü:
Allahım ben nasıl geri dönecektim??? Arabayla gelmemişim, birazdan maç bitecek, gecenin bu saati tren güvenli hiç diil, köprü üzerinde saatlerle gece vakti bir taxinin içinde tıkılmanın sevimsizliği hit me like a tsunami wave...
Peki dedim düşün Yasemin: hımm sen zaten adaya gidicektin yarın, şimdi gitsen? Peki ama Yasemincim hem anahtarın yok, hem de biliyorsun ev çok ıssız, ada da henüz ıssız, evde bir tek Mişa var, o da arada heber vermeden kendine tatil veriyor... hımm... peki kuzen, onu deneyelim...tavuk kuzenim uyumuş, telefonu kapalı, bah!!!!
O.K then, diyor bir ses...fırla adaya git, Prenses otelde kal, sabah eve gidersin..hem kendine küçük bir değişiklik hem de trafik cenderesinden kurtuluş, yuppiee...
İnternetten Prensesin telefonunu bulursun, boş oda var mı, fiyat vs: overall calculation..
Evet fırladım adaya gittim, on motoruna bindim. Püfür püfür ay hilal, yanında tek yıldız...tekne fındık kabuğu gibi sallanıyor..aklıma dün batan kayık ve içindeki gencecik çocuklar geliyor ve ürperiyorum!
Adalı çocuklar demek özel 1şey demek benim için, balık gibi suyla güneşle büyüyen muhakkak yumuşak ve keyifli insanlar demek, o sandalda binlerce kez midye çıkarmış, adanın rüzgarıyla, ağacıyla harmanlanmış!! Aklıma 'we had joy, we had sun, we had seasons in the sun' şarkısı geliyor ve düşünceleri kafamdan, kendimi de kamaradan dışarı atıyorum.
Dışarda hoş Belçikalı gezgin bir adamla tanıştık ve konuşmaya başladık.Oldum olası gezgin insanları çok ilginç bulurum. Global, sweet bir sohbet, otelin önüne kadar sürdü...
Sonra hayal kırıklığı, yahu ne biçim otel o öyle, hastahane gibi..nasıl olur da adada bu denli ambiyans yoksunu bir yer yapabilirler. Zor şey, bravo doğrusu...
Gene de sabaha kadar deliksiz uyudum, taa ona kadar... ohhh
Sonra simit, çay ve eve yürüyüş...yol o kadar harikaydı ki..
Deniz çıldırmıştı ve hala yatışamamıştı. İlkel insanlar gibi denizin ruhunu sakinleştirme ayini yapmak geldi içimden. Rıhtımı tamamen su basmış, koca kütüklü tahta masaların ayakları kopmuş, tahta perdeler denize uçmuş. Denize güzel olduğunuz kadar küstahsınız da.. diyesim geldi...Neyse sonra Madenden yürüyerek ve tabii en sevdiğim patikalara saparak iskeleye yürüdüm. Eh acıkmıştım ve köfte ve soğanlı piyazı sefilcik bir kediyle paylaşarak mideye indirdim. O sırada dün edindiğim gezgin arkadaşım aradı, are u in the mood to meet diye. Ben de I am in the perfect mood to meet were I not leaving for İstanbul dedim, heh he!!! Ama adaya döndüğümde bir yürüyüş yapmak üzre sözleştik, heh he 2!!!
Monday, 17 May 2010
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment