Saturday 13 March 2010

malice in wonderland


Blog ismimden de anlaşıldığı üzre bir Alis fetişistiyim. O yüzden koşa koştura sevgili kızımla heyecan içinde gittik sinemaya. Kucak kucağa, öpüşe kokuşa yıllarca Alis seyretmişliğimiz var ne de olsa...


Bir kere film daha ilk baştan sarmadı beni. O sevimsiz, donuk Alis içime sinmedi bir türlü....neyse ağaç kovuğundan düşünce herşey düzelecek diye sıktım dişimi...


ama herşey gitgide kötüleşti. Animasyon ve şahane görüntü yönetmenliğine hiçbirşey diyemem ama ya o kokoz senaryo: film boyunca Alisime tecavüz ediliyormuş hissiyatından kurtulamadım. Yönetmen abi çok belli şöyle demiş: şimdi biz bu eski hikayeyi yeniden ısıtırsak yeterince gişe yapamayız. Halbuki ben bu eski hikayeyi köpürtüp, patlatmak istiyorum. Var işte önümüzde birkaç model, al bir tutam Narnia, ekle biraz Yüzüklerin Efendisi...Arkadaş böylece Alis'in üzerine bayat- berbat bir action movie çakmış. O kadar ki Alis egzantrik isimli bir kılıç bulup, en trişkadan bilgisayar oyunlarındaki iğrenç dinazorumsu canavarlardan birinin kafasını kesiyor...kahraman olmak istemiyor ama wonderlend'ı kurtarmak için kahraman olmak zorunda kalıyor...klişenin dozu hakkaten mide bulandırıcı. Bir de bari bu iki hikayeyi birleştirmek için de bir çaba göstersinler hayır, hikaye oturmuyor, birsürü eski-yeni uyumsuz karakter panayır yeri gibi ortada dolaşıyor...

Nerede ondokuzuncu yüzyıl rasyonalitesinden muhtemelen bunalan matematikçi-mantıkçı Lewis Carrol'un tamamen irrasyonel bir dünya hayal ederek mantık kurallarıyla oynaması, eğlenmesi. Alis'in altından mantık ve rasyonalite halısını çekivermesi ve adeta yerçekimi olamayan bir dünya yaratması...o çocuklukla birlikte yokolan harika hayalgücüne övgü...Nerede o ince zeka, keskin nükte, harika göndermeler....nerede bu ağzından alev çıkaran canavarlı, gitgide Amerikan kahramanı ptototipinde kabalaşan, öldüren kesen, Amerikan'ın heryere bulaştırdığı ' but ıt's my life, I am an individual' lı bayat- ergen edebiyatını ikide bir parçalayan Alis'li vasataltı şey...


Bir de Mad Hatter'la Alis arasında bir romans değdirmesine cür'et etmemişmi Burton????Yani böğk, sanki ensest gibi birşey olmuş...yada action movie üzeri soap opera...

Sonunda da, ayyy daha komik...Hero Alis kendisine biçilen kokoz damadı reddeder ama bilmiş bir şekilde damadın fena halde zengin babasıyla iş bağlar: Artık East India Company'midir nedir-ona ortak olup Çin'le ticaret yapmak üzere yola çıkar. Kapitalist döngünün artık haklı ve gururlu bir halkası olarak herhalde batı pazarına açılmamak için direnmekte olan zavallı Çinde opyum savaşlarını başlatacaktır...Evet, vallahi de, billahi de böyle bitti film...


Yani tabii Alis'in aynısını yapmak zorunda değildiler ammmma velakin Alis yerine rahat rahat Arnold Schwartzeneger yada Sylviester Stallone'nin oynayacağı klişeler şahikası bir film de olmamış yani. Sorry...Yani görüntü/animasyon yaratıcılığı ve hikaye yazımı bu kadar ters orantılı gelişebilir...


Kraliçe Viktorya gibi ekliyorum, 'We are not amused'

Düzeltiyorum: We are not amused, kızım çok beğendi:))
P.S : Filmle ilgili çok hoş bir eleştiri okudum. Özeti şu: İki boyut üç boyutu yenmiş: Bazen sayfa üzerinedeki basit iki boyutlu matbu karaltılar bizi üç boyutlu, renkli, sesli, cafcaflı, teknolojik açıdan süpersonik filimlerden-sanatın her dalının muhteşem bir bütün yakalıyabilmek için seferber edildiği yapıtlardan çok daha fazla yakalayabilir ve çok daha derinden etkileyebilir. Tim Burton'un Alis'i bunun bir ispatıdır ve sakilliğiyle orjinal Alis'i her manada yüceltmektedir. NOKTA....


No comments: